Anka Kuşu

Bir gün o değerli toprağımıza ayak bastılar ve evlatlarımızı, kardeşlerimizi katlettiler eşlerimizi, babalarımızı cephede şehit ettiler kadınlarımızın, kızlarımızın ırzına namusuna göz diktiler. Aşağılık hedefleri ve tamahkarlıklarıyla asil Türk milletini yok edebileceklerini sandılar.

Ama tamamen yanılıyorlardı…

İç çekerek okuduğum son satıra baktım. Tarihte Türklerin başarısının yüzlerce örneği olmasına rağmen onlar aptallık edip Türkleri hafife almayı tercih etmişlerdi. Bizse Türklerin yenilmezliğini bayrağımızı kendi kanımızla boyayarak bir kez daha kanıtlamış olduk. Hala Türklerin kahramanlığını sindiremeyenler varsa tekrar ve tekrar zevkle kanıtlayacağız.

Düşündükçe sinirlendiğimi fark ettim. Bugün sinirlenmemeliydim. Bugün büyük gündü. Bir asrını gururla tamamlamış cumhuriyetimizin yıldönümünde sinirlenmemeliydim.

Kitaptaki başka bir sayfayı açtım. Sayfada gördüğüm cümle duraksamama neden oldu. Bir günlükten alıntıydı:

“O yıl Mekteb-i Sultani tek bir mezun bile vermedi. Çünkü bütün talebeler cephede şehit düşmüştü”

(2 Eylül 1915)

Bu basit cümle o savaşın büyüklüğünü ve vahametini göz önüne seriyordu.

Cümlenin altında silik bir fotoğraf vardı. Ağaçlık bir alanda asker kıyafeti giymiş en fazla 14 yaşında olan bir çocuğun fotoğrafıydı, doğrudan fotoğraf makinesine bakıyordu. Tarih bilmeseydim ve tabii o derin bakışlarını anlamasaydım sadece babasının kıyafetini giyip eğlenmek isteyen bir çocuk olduğunu düşünebilirdim. Ama hayır fotoğraftaki çocuğun yaptığı şeyin eğlenceli bir tarafı yoktu. Bu çocuk acıya doğru kana, vahşete, ızdıraba doğru korkusuzca yürümüştü. Kim bilir savaşta nasıl yardımlar yapmıştı? Belki de savaşın seyrini değiştiren kahramanlardan biriydi.

Savaşlardaki masumluğun sembolü çocuk kahramanlar aklıma geldikçe gözlerim doldu. Kendi ülkesinde bile unutulmaya yüz tutmuş binlerce çocuk kahraman aklıma geldi: Nebahat Onbaşılar, Bombacı Ahmetler, Çuhadar Aliler ve daha niceleri…

Pencereden dışarıya baktım yerdeki çimleri, toprağı dikkatlice inceledim. Bir kez daha tekrar ve tekrar aklımda belirdi kelimeler: Bastığın bu toprak, canını vereceğin bu vatan, özenle kurulan bu cumhuriyet, akıtılan her bir damla kanla elde edilen bu bağımsızlığın kolay kazanılmadı!

Kitaptaki başka bir sayfayı açtım yine bir günlükten kısa bir kesitti:

“Büyük Taarruz 30 Ağustos’ta sonlanmış, Anadolu’dan düşman temizlenmişti. Şimdi sıra İzmir’in Yunan işgalinden kurtarılmasına gelmişti.

Zafer çok yakındı.”

(29 Ekim 1922)

Cümlenin altındaki tarihe inanamayarak bir kez daha baktım. Sadece basit bir tesadüf müydü yoksa esrarengiz bir ileri görüşlülük mü? Bu dizelerin yazıldığı günden tam bir yıl sonra bir tarih yazıldı Osmanlı’da, Türkiye’nin Anka Kuşu’na benzetilmesinin nedeni oluştu o gün. O gün küllerinden doğdu Osmanlı yandı, parçalandı, kül oldu ve sonra bir Anka Kuşu gibi küllerinden daha güçlü bir şekilde tekrar doğdu, fakat ismi Osmanlı İmparatorluğu değildi artık. Bu inanılmaz tarihini gururla kalbinde taşıyacak gençlerini yetiştirildiği cumhuriyetle yollarının aydınlandığı aynı şekilde aydın nesillerin büyütüldüğü, onları büyük bir mutlulukla izleyen atalarına bakarak yollarına devam eden vatandaşlarının olduğu Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. Evet yıllar süren çabalarla, unutulmayan fedakarlıklarla artık göğüslerimizi gere gere gururla Türkiye Cumhuriyeti dememizi sağlayan olay yaşandı. Takvimler 29 Ekim 1923’ü gösterdiğinde cumhuriyetimiz kuruldu.

Defterimi elime aldım ve tarihi atarak şu dizeleri yazdım:

Değil 100, 200. Yılında da aynı coşkuyla kutlanması dileğiyle!

29 Ekim 2023

(Visited 10 times, 1 visits today)