Anıları Toplamak

Rutubet kokan, karanlık bir odada uyandım. Nerede olduğumu bilmiyordum. Önümü zar zor görüyordum. Kendime dair hiçbir şey hatırlamıyordum. Buraya nasıl gelmiştim, burası neresiydi, ben kimdim? Odada başka bir şey olduğunu düşünmüyordum, zira görmüyordum. Neredeyse zifiri karanlıktı. Odada aydınlığa sebep olan tek şey kapının altından gelen ufak ışıktı. Bu soğuk odada daha fazla durmak istemiyordum.

Kapıya yaklaştım ve yavaşça açtım. Dışarının ışığı gözlerimi kör etmişti. Birkaç dakika kendime gelemedim. Yavaş yavaş etrafımdaki nesneleri seçebilmeye başladım, gözlerim ışığa alışıyordu. Bir apartman dairesindeydim. Boş değildi, eşyalar vardı. Biraz eskimişlerdi. Evi gezmeye başladım. Evin ana kapısı kilitliydi. Anahtar aradım ancak bulamadım. Sanki evin sahibi yalnızca anahtarlarını almış ve çıkıp gitmiş gibiydi çünkü dairede anahtar namına hiçbir şey yoktu. Girişteki konsolun üstündeki dijital saat dikkatimi çekti.

Saat tam 2.59’du. Konsolun üstündekileri incelemeye başladım. Birkaç çerçevelenmiş 

 

 

aile fotoğrafı, bir takı kutusu bir kaset oynatıcı ve üstünde “ÇAL BENİ” yazan bir kaset vardı. Kasetin sözünü dinledim ve kaseti oynatıcıya yerleştirip oynat tuşuna bastım.

Kaseti taktığım an bir adam konuşmaya başladı: “Merhaba Steve, deneyine hoş geldin. Bir talihsizlik sonucu böyle bir deneyin içine girmiş bulundun. Şu an neler olduğuna dair hiçbir fikrin yok ve merak ediyorsun değil mi? Seni daha fazla üzmeden hemen olayı izah edeyim: Normalde bulaşıcı olmayan ve enjekte edilemeyen bir zihin hastalığı olan amneziyi senin vücuduna enjekte ettik. Bu da sende kısmi hafıza kaybına sebep oldu. Hafızanın tamamını değil bir kısmını yani yalnızca kendine ve anılarına ait olan kısmı kaybettin. Ancak bunları geri kazanabilirsin. En azından biz böyle düşünüyoruz. Şu an bulunduğun dairede sana ait birtakım şeyler var. Sana ait olan her şey tam bulunduğun yerde. Ancak sana ait olup da orda olamayan şeyler de var. Mesela anahtarların. Neden sende olmadıklarına değinecek olursak bunun aslında çok basit bir cevabı var; kaçıp gitmeye çalışmayasın diye. Ayrıca kapıyı zorlamaya, kırmaya veya kilidi açmaya boşuna uğraşma çünkü kapı arkadan şifreyle kilitli ve şifre pi sayısının rasgele bir yerden alınmış yirmi beş basamağı. Yani bulunduğun yerden kaçman imkansıza yakın. Tek yapman gereken anılarını bulmak, bu kadar basit. Şu ana kadar bir sıkıntımız olduğunu zannetmiyorum. Ancak deneyin kötü yanı bu ilacın yan etkilerinden biri de ciddi halüsinasyonlara sebep olması. Bu da demek oluyor ki deney boyunca akli dengeni yitirebilirsin. Yalnız bu da senin elinde. Gördüğün olaylar karşısında yapman gereken tek şey gerçek olmadıklarını ve zihninin seninle oynadığını kendine hatırlatmalısın. Son olarak hareketlerine dikkat et Steve. Her hareketini izliyor olacağız. Haydi başlayalım!”

 

Ne demem gerektiğini bilmiyordum. Nasıl tepki vermem gerektiğini. Psikolojik olarak çökmüştüm. Dinlediklerime inanmak istemiyordum. Bunun bir rüya olmasını diliyordum ancak kendime dair hiçbir şey hatırlayamadığım için bu dileğin pek de sağlıklı olduğunu düşünmüyordum. En azından adımın Steve olduğunu öğrenmiştim, bu iyi bir şeydi. Buradan kaçamıyordum, hiçbir şey hatırlamıyordum ve yalnızdım. Yapmam gereken tek bir şey vardı o da deneyi tamamlamak. Veya intihar edebilirdim. Hayır bu kadar kolay pes edemezdim. Bu deneyi tamamlayıp çıkıp gidecektim buradan. Varsa karımın, kız arkadaşımın yoksa da yakın arkadaşlarımın, akrabalarımdan birinin ya da her kim ise onun yanına koşacaktım. Ama buradan sağ salim çıkmam gerekiyordu. Bunun için de anı gerekiyordu. Bu şekilde kafam allak bullakken daha deneye başlamadan delirdiğimi fark ettim. Bu ruh halinden çıkmam lazımdı. Odaklanmam lazımdı.

Evi gezmeye devam ettim. Zihnimde bir şeyler uyandıracak nesneler arıyordum. Duvardaki resimleri uzun uzun inceledim. Sanırım bir karım bir de oğlum vardı. Tabi tablodaki resim ben miydim bundan bile emin değildim çünkü evdeki tek ayna lavabodakiydi ve o da kararmıştı. Ayrıca lavabonun ışığı patlamış olduğundan yüzüm seçilmiyordu. Evin bazı yerleri karanlıktı. O bölümleri kullanabilmek için bir el fenerine ihtiyacım vardı. El feneri veya birkaç mum için arama yapmaya karar verdim. Girişteki konsoldan başlayacaktım. Çekmeceye yaklaştığımda saat gözüme takıldı. Saat hala 2.59’du. Yaklaşık bir saatin geçtiğine adım gibi emindim ve daha bir dakika bile olmamış mıydı? Saatin durmuş olduğunu düşündüm ve evde başka saat olup olmadığına baktım. Mutfakta bir tane vardı. 2.59’u gösteriyordu. Salondaki de 2.59’du. Ve hepsi çalışıyordu. Hiçbiri durmamıştı. Ufak çaplı bir şok geçirdim ama dediğim gibi ufak çaplı, çok kafama takmayıp ışık kaynağı aramaya devam ettim. Uzun uğraşlar sonucunda bir fener bulmuştum ve bunun mutluluğuyla lavaboya koşup yüzüme baktım. Sıradan bir insandım. Hayal ettiğim “ben” çıkmamıştı karşıma. Ne hayal kırıklığı ama… Resimdeki karısı ve oğlu olan adamın ben olduğunu öğrendim. Bu bir nebze mutlu olmamı sağladı. Demek ki yalnız değildim. En azından bu güne kadar…

 

 

(devam edecek…)

(Visited 138 times, 1 visits today)