Bulutlar, devasa bir boşluğu andıran görüntüleriyle eşsiz bir derinlik duygusu oluşturmaktaydı. Sanki kıpırtısız aydınlık bir günün deniz yüzeyi, yetenekli bir el tarafından alınıp gökyüzüne asılmış gibiydi. Öyle büyük, öyle gösterişli ve öyle derin görünüyordu. Bu derinlik altında mutluluğunu katlayan yalnızca bu durumu duyumsayan insanlar değildi elbette. Parlak tüyleriyle bahçedeki toprağı eşeleyen irice bir horoz da bu eşsiz görüntüden etkilenenler arasındaydı. Yeryüzü sonunda sevdiğine kavuşmuş ve uzun çilelerden sonra bembeyaz gelinliğini giyip eline kardelen buketini alabilmişti. Tabii mutluluğunun ne kadar süreceği bir muammaydı. Bir süre sonra gelinliğini çıkardığında, bir süre mutlu olup çiçek açacak ve en sonunda o çiçeklerde solacaktı. Benim çiftliğim de kasabadan oldukça uzaktı, çiftlik evim yeryüzünün elinde kırmızı bir kınaydı. Herkesten uzakta, kimsenin bilmediği, kimsenin okumadığı sıcak ama bir o kadar da hüzünlü bir kitaptı. Yer yer yıpranmış kırmızı tuğlaların çoğunun rengi açılmıştı. Panjurlar daha bir yıl önce zümrüt yeşiline boyanmıştı ve hepsi açıktı. Ancak bu bile eve yeteri kadar mutluluk girmesini sağlayamıyordu. İneklerin sütünü daha yeni sağmıştım. Onlarda bu ayrılığın hüznünü yaşıyorlardı. Elimdeki demir süt kovasını cam bir şişeye döktüm. Cam şişenin ağzına da bir mantar tıpa soktum. Ve yine geçen yıl boyadığım zümrüt yeşili kapımın altın tokmağını çevirdim. Küçükken bu tokmağın beni zengin edeceğine inanırdım. Ta ki babımın tokmağı her yıl altın rengine boyadığını öğrenene kadar. Tıpkı tüm başarılarımın ve mutluluklarımın bir usta tarafından yalnızca restore edildiğini öğrendiğim gibi hiçbir zaman yeni bir şeyim olmamıştı. İçerde beni sıcacık bir ortam bekliyordu ahşap zemin ve tavanını tam ortasına yerleştirilmiş kırmızı tuğlalardan bir şömine cayır cayır yanıyordu. Şöminenin üstünde ki rafta eğrelti otları, kardelen ve kasımpatılardan oluşan vazolar bulunuyordu. Onlarda benim gibi yas tutuyorlardı ve en sonunda solup gideceklerdi. Yeryüzü bir kere daha sevdiğini gözleri önünde kaybedecekti. Şöminenin yanında nerdeyse tavana kadar olan sarkaçlı bir saat duruyordu. Şöminenin biraz çaprazında bej renginde bir berjer yerleştirilmişti. Berjerin üstünde kırmızı ekose desenli dağınık bir örtü, örtünün üzerindeyse iki kapağı da yana açılmış “Tutunamayanlar” kitabı yer almaktaydı. Berjerin önünde bitmiş ve tortusu dibinde kalmış mavi bir kupa vardı. Berjerin az ötesindeyse panjurlarımla uyumlu yeşil bir koltuk duruyordu. Duvarın bir tarafında mutfak görünüyordu. Öbür duvarda tahtanın üzerine çizdiğim uçan bir cennet kuşu, boyasının kurumasını bekliyordu. Tıpkı insanlar gibi sadece bekliyordu işi buydu sanki onun uçması ve hatta beni ikna etmesi gerekiyordu, kalmaya… Cennet kuşunun kanatlarında açan çiçekler baharı, buz mavisi rengi kışı, renkleri güzü temsil ediyordu. Bu kuşu bu yüzden seviyordum bana anıları iyi bir şekilde hatırlatıyordu bana bakıyor ve iyi mevsimleri anlatıyordu, yazdan hiç bahsetmiyordu. Duvarın önünde bir şifonyer duruyordu çekmeceleri renk renk boyanmıştı. Bu çekmeceleri kardeşimle ilkokuldayken boyamıştık tıpkı hayal gücümüz gibi rengarenk. O da hüzün tarafından zamanla katledilmişti. Şifonyerin üstünde aile yadigârı bir vazo, vazonun içindeyse kurumuş bir papatya demeti vardı. Orada unutulmuş gibi görünüyordu ama aslında orda olmayı o istemişti ölse de herkese hala ben güzelim diyebiliyordu. Vazonun yanında çekirdek ailemizin bir resmi vardı. Annem ile Babam yan yana durmuşlardı, kardeşimle bense onların önünde. Her birimiz gülümsüyorduk. Ne yazık ki üçü de sıcak ve de bunaltıcı bir yaz ayında uzun bir rüyaya dalmışlardı. Rüyalarında iyiliği, cennet kuşunu görüyorlardı. Süt şişesini resmimizin yerine koydum resmide çantamın içine. Anıları topluyordum ama saklayacağımdan değil onları kaldıracaktım o kadar keder ile yalnızlığı, beni sömürmesin diye uzaklaştıracaktım kendimden. Bu duvarın diğer duvarla bağlandığı yerde büyük bir kitaplığım vardı çoğu kitabın sırtı birçok kişi tarafından okunduğundan dolayı yıpranmıştı. Amerikan mutfağımı sonbahar aylarında her zamankinden daha çok severdim. Ağaçların son baharda sararmaya yüz tutmuş yaprakları serin bir esintiyle savrulurdu. Sanki rüzgâr onlara meydan okuyordu. Ama en çok sonbaharları gelmeyi hiç unutmayan arkadaşım tilki vardı. Kapının önüne koyduğum yemekleri almaya gelirdi. Kürkü o kadar güzeldi ki şafağın tüm renklerini barındırıyordu, turuncu bir ışığın aynaya yaptığı yansıma gibi. Bu yüzden Akis koymuştum ismini bu görkemli hayvanın. Annemin yeşil rengi sevdiği evin her yerinde fark ediliyordu mutfak dolaplarımda koyu bir yeşildi. Işığı en çok bu oda alırdı o yüzden hiç karanlık görünmezdi. Tezgâhım, evin geri kalanı ile uyumlu olarak ahşaptandı. Tezgâhın üstünde eski tip bir ocak vardı. Onun üstündeyse eskimiş, çizilmiş tencereler. Güzel dolaplarım vardı ama hiçbir zaman yeterli gelmemişti, bakliyatları ve çay gibi ürünleri tezgâhın üstündeki kutularda muhafaza ederdim. Mutfakta bulunan yarım ada masa olarak kullanılırdı. Üstünde bir radyo duruyordu ve Tanju Okan çalıyordu. İçime işleyen ve huzurlu sayılabilecek bu şarkının bana getirdiği hüzün ve keder beni huzursuz ediyordu. Masanın salona açılan duvarına bir aslan motifi çiziştim. Aslan gibi cesur, becerikli ve zeki olan başka kimse olamazdı zaten o yalnızca bir taneydi… Masanın önünde salona bakan kısmında tahtadan uzun tabureler duruyordu. Odanın ışık kaynağı pencerenin, pervazında her zaman soğumaya çalışan bir turta olurdu. Hepsi de annemin bitirmek için yıllarca uğraştığı belli olan deri kapaklı defterinin içinden bir tarif olurdu. Bu defteri de annemin porselen tabakları ve bardakları koyduğu cam kapaklı, kırık beyaz renkli dolap da büyük, büyük annemden kalma bir çaydanlığın içinde bulmuştum o zamana kadar varlığını bile bilmiyordum. Bu katta ki son oda ise en sevmediğim mevsimde en güzel haline bürünürdü, yaz da. Annem ve ben yaz aylarında evi çiçeklerle donatmaya başlardık ve en güzel oda her zaman annem ile babamın ki olurdu. Karyolanın karşısındaki duvarda özenle çizdiğim bir ceylan resmi vardı. Aynı onun gibi zarif ve güzeldi. Karyolanın üstüne tarçın rengi bir battaniye örtülmüştü. Karyolanın yanında bir komedin duruyordu. Üstündeyse çini bir vazo, onun içinde ki kurumuş lavantalar odanın kokusunu değiştiriyordu. Karyolanın öbür tarafındaki komedinde de bir lamba duruyordu. Yerdeki kilim çok güzel mavi tonlarını barındırıyordu odanın kapısı da sonradan maviye boyanmıştı. Oda da ki dolapta maviydi. Yaz ayının bunaltıcı havası ve sıcak güneşinin bulunduğu pencerenin pervazının kalkabildiğini on beş yaşlarındayken fark etmiştim annemin yaptığı tüm resimler burada depolanmıştı ebrular, kara kalemler, yağlı boyalar… Merdivenlere çıkan duvara eski bir gül deseni duvar kâğıdı yapıştırılmıştı. Kare ve dikdörtgen şeklinde rengi solmayan alanlar orada ki aile resimlerini kaldırdığımı açık açık gösteriyordu. Duvar kâğıdını da kaldırmayı planlıyordum buraya hüzünlü bir kız resmi çizecektim Denizi simgeleyen. Aynı onun gibi gizemli, soğuk ve güzel… İlkbahar mevsiminde ise en güzel oda çatı katı olurdu yani kız kardeşim ile benim odam ama tabii artık burası benim hobi odamdı, burada bulunan her şeyi yaktım ve anıları biraz olsun unutmaya çalıştım. Bu oda diğer tüm odaların üstündeydi ve tek odaydı yani anlayacağınız çok büyüktü tüm duvarlara boyaların ayakta durabileceği bir raf yapmıştım ve görüp görebileceğiniz tüm renk tonlarını sıra sıra dizmiştim. Bu odanın tek bir kuralı vardı “yere dökülen boya temizlenemez.” Belki de bu yüzden burası en renkli ve karmaşık odaydı şövalem üstünde bitmeyi bekleyen bir ilkbahar resmi ile duruyordu. Kuşların şarkısı buradan bile duyuluyordu. Gün batımının turuncu renkleri bana Akis’i hatırlatıyordu yine. Ona da evin bir duvarında yer vermeye karar verdim çünkü evin her yerinde birini temsil eden bir resim vardı. Mutfakta babam aslan için yaptığım aslan motifi, yatak odasına çizdiğim Ceylan, annem Ceylan için ve merdivene kardeşim Deniz için çizeceğim kız resmi ve çatı katına çizeceğim bir tilkinin suya yaptığı akis, hepsi de kaybettiklerimi temsil edecekti ama kimse bilmeyecekti. En sonunda evden çıkıp satılık tabelasını astım. Hayvanları da komşumuza daha bu kış satmıştım. Resimleri bitirdikten ve çatı katını temizlettikten sonra kurtuluyordum bu yerden insanın içini deşen bu acıdan, sonunda kurtuluyordum.
Bulutlar, devasa bir boşluğu andıran görüntüleriyle eşsiz bir derinlik duygusu oluşturmaktaydı. Sanki kıpırtısız aydınlık bir günün deniz yüzeyi, yetenekli bir el tarafından alınıp gökyüzüne asılmış gibiydi. Öyle büyük, öyle gösterişli ve öyle derin görünüyordu. Bu derinlik altında mutluluğunu katlayan yalnızca bu durumu duyumsayan insanlar değildi elbette. Parlak tüyleriyle bahçedeki toprağı eşeleyen irice bir horoz da bu eşsiz görüntüden etkilenenler arasındaydı. Yeryüzü sonunda sevdiğine kavuşmuş ve uzun çilelerden sonra Bembeyaz gelinliğini giyip eline kardelen buketini alabilmişti. Tabii mutluluğunun ne kadar süreceği bir muammaydı, Bir süre sonra gelinliğini çıkardığında, bir süre mutlu olup çiçek açacak ve en sonunda o çiçeklerde solacaktı. Benim çiftliğim de kasabadan oldukça uzaktı, çiftlik evim yeryüzünün elinde kırmızı bir kınaydı, Herkesten uzakta, kimsenin bilmediği, kimsenin okumadığı sıcak ama bir o kadar da hüzünlü bir kitaptı. Yer yer yıpranmış kırmızı tuğlaların çoğunun rengi açılmıştı. Panjurlar daha bir yıl önce zümrüt yeşiline boyanmıştı ve hepsi açıktı. Ancak bu bile eve yeteri kadar mutluluk girmesini sağlayamıyordu. İneklerin sütünü daha yeni sağmıştım. Onlarda bu ayrılığın hüznünü yaşıyorlardı. Elimde ki demir süt kovasını cam bir şişeye döktüm. Cam şişenin ağzına da bir mantar tıpa soktum. Ve yine geçen yıl boyadığım zümrüt yeşili kapımın altın tokmağını çevirdim. Küçükken bu tokmağın beni zengin edeceğine inanırdım. Ta ki babımın tokmağı her yıl altın rengine boyadığını öğrenene kadar. Tıpkı tüm başarılarımın ve mutluluklarımın bir usta tarafından yalnızca restore edildiğini öğrendiğim gibi hiçbir zaman yeni bir şeyim olmamıştı. İçerde beni sıcacık bir ortam bekliyordu ahşap zemin ve tavanını tam ortasına yerleştirilmiş kırmızı tuğlalardan bir şömine cayır cayır yanıyordu. Şöminenin üstünde ki rafta eğrelti otları, kardelen ve kasımpatılardan oluşan vazolar bulunuyordu. Onlarda benim gibi yas tutuyorlardı ve en sonunda solup gideceklerdi. Yeryüzü bir kere daha sevdiğini gözleri önünde kaybedecekti. Şöminenin yanında nerdeyse tavana kadar olan sarkaçlı bir saat duruyordu. Şöminenin biraz çaprazında bej renginde bir berjer yerleştirilmişti. Berjerin üstünde kırmızı ekose desenli dağınık bir örtü, örtünün üzerindeyse iki kapağı da yana açılmış “Tutunamayanlar” kitabı yer almaktaydı. Berjerin önünde bitmiş ve tortusu dibinde kalmış mavi bir kupa vardı. O anda kendimi bu kupaya benzettim. Ben de bitmiş tükenmiştim. Geride yalnızca bu ev ve birkaç hatıra kalmıştı ama onlarda çöpe gidecekti. Berjerin az ötesindeyse panjurlarımla uyumlu yeşil bir koltuk duruyordu. Duvarın bir tarafında mutfak görünüyordu. Öbür duvarda tahtanın üzerine çizdiğim uçan bir cennet kuşu, boyasının kurumasını bekliyordu. Tıpkı insanlar gibi sadece bekliyordu işi buydu sanki onun uçması ve hatta beni ikna etmesi gerekiyordu, kalmaya… Cennet kuşunun kanatlarında açan çiçekler baharı, buz mavisi rengi kışı, renkleri güzü temsil ediyordu. Bu kuşu bu yüzden seviyordum bana anıları iyi bir şekilde hatırlatıyordu bana bakıyor ve iyi mevsimleri anlatıyordu, yazdan hiç bahsetmiyordu. Duvarın önünde bir şifonyer duruyordu çekmeceleri renk renk boyanmıştı. Bu çekmeceleri kardeşimle ilkokuldayken boyamıştık tıpkı hayal gücümüz gibi rengarenk. O da hüzün tarafından zamanla katledilmişti. Şifonyerin üstünde aile yadigârı bir vazo, vazonun içindeyse kurumuş bir papatya demeti vardı. Orada unutulmuş gibi görünüyordu ama aslında orda olmayı o istemişti ölse de herkese hala ben güzelim diyebiliyordu. Vazonun yanında çekirdek ailemizin bir resmi vardı. Annem ile Babam yan yana durmuşlardı, kardeşimle bense onların önünde. Her birimiz gülümsüyorduk. Ne yazık ki üçü de sıcak ve de bunaltıcı bir yaz ayında uzun bir rüyaya dalmışlardı. Rüyalarında iyiliği, cennet kuşunu görüyorlardı. Süt şişesini resmimizin yerine koydum resmide çantamın içine. Anıları topluyordum ama saklayacağımdan değil onları kaldıracaktım o kadar keder ile yalnızlığı, beni sömürmesin diye uzaklaştıracaktım kendimden. Bu duvarın diğer duvarla bağlandığı yerde büyük bir kitaplığım vardı çoğu kitabın sırtı birçok kişi tarafından okunduğundan dolayı yıpranmıştı. Amerikan mutfağımı sonbahar aylarında her zamankinden daha çok severdim. Ağaçların son baharda sararmaya yüz tutmuş yaprakları serin bir esintiyle savrulurdu. Sanki rüzgâr onlara meydan okuyordu. Ama en çok sonbaharları gelmeyi hiç unutmayan arkadaşım tilki vardı. Kapının önüne koyduğum yemekleri almaya gelirdi. Kürkü o kadar güzeldi ki şafağın tüm renklerini barındırıyordu, turuncu bir ışığın aynaya yaptığı yansıma gibi. Bu yüzden Akis koymuştum ismini bu görkemli hayvanın. Annemin yeşil rengi sevdiği evin her yerinde fark ediliyordu mutfak dolaplarımda koyu bir yeşildi. Işığı en çok bu oda alırdı o yüzden hiç karanlık görünmezdi. Tezgâhım, evin geri kalanı ile uyumlu olarak ahşaptandı. Tezgâhın üstünde eski tip bir ocak vardı. Onun üstündeyse eskimiş, çizilmiş tencereler. Güzel dolaplarım vardı ama hiçbir zaman yeterli gelmemişti, bakliyatları ve çay gibi ürünleri tezgâhın üstündeki kutularda muhafaza ederdim. Mutfakta bulunan yarım ada masa olarak kullanılırdı. Üstünde bir radyo duruyordu ve Tanju Okan çalıyordu. İçime işleyen ve huzurlu sayılabilecek bu şarkının bana getirdiği hüzün ve keder beni huzursuz ediyordu. Masanın salona açılan duvarına bir aslan motifi çiziştim. Aslan gibi cesur, becerikli ve zeki olan başka kimse olamazdı zaten o yalnızca bir taneydi… Masanın önünde salona bakan kısmında tahtadan uzun tabureler duruyordu. Odanın ışık kaynağı pencerenin, pervazında her zaman soğumaya çalışan bir turta olurdu. Hepsi de annemin bitirmek için yıllarca uğraştığı belli olan deri kapaklı defterinin içinden bir tarif olurdu. Bu defteri de annemin porselen tabakları ve bardakları koyduğu cam kapaklı, kırık beyaz renkli dolap da büyük, büyük annemden kalma bir çaydanlığın içinde bulmuştum o zamana kadar varlığını bile bilmiyordum. Bu katta ki son oda ise en sevmediğim mevsimde en güzel haline bürünürdü, yaz da. Annem ve ben yaz aylarında evi çiçeklerle donatmaya başlardık ve en güzel oda her zaman annem ile babamın ki olurdu. Karyolanın karşısındaki duvarda özenle çizdiğim bir ceylan resmi vardı. Aynı onun gibi zarif ve güzeldi. Karyolanın üstüne tarçın rengi bir battaniye örtülmüştü. Karyolanın yanında bir komedin duruyordu. Üstündeyse çini bir vazo, onun içinde ki kurumuş lavantalar odanın kokusunu değiştiriyordu. Karyolanın öbür tarafındaki komedinde de bir lamba duruyordu. Yerdeki kilim çok güzel mavi tonlarını barındırıyordu odanın kapısı da sonradan maviye boyanmıştı. Oda da ki dolapta maviydi. Yaz ayının bunaltıcı havası ve sıcak güneşinin bulunduğu pencerenin pervazının kalkabildiğini on beş yaşlarındayken fark etmiştim annemin yaptığı tüm resimler burada depolanmıştı ebrular, kara kalemler, yağlı boyalar… Merdivenlere çıkan duvara eski bir gül deseni duvar kâğıdı yapıştırılmıştı. Kare ve dikdörtgen şeklinde rengi solmayan alanlar orada ki aile resimlerini kaldırdığımı açık açık gösteriyordu. Duvar kâğıdını da kaldırmayı planlıyordum buraya hüzünlü bir kız resmi çizecektim Denizi simgeleyen. Aynı onun gibi gizemli, soğuk ve güzel… İlkbahar mevsiminde ise en güzel oda çatı katı olurdu yani kız kardeşim ile benim odam ama tabii artık burası benim hobi odamdı, burada bulunan her şeyi yaktım ve anıları biraz olsun unutmaya çalıştım. Bu oda diğer tüm odaların üstündeydi ve tek odaydı yani anlayacağınız çok büyüktü tüm duvarlara boyaların ayakta durabileceği bir raf yapmıştım ve görüp görebileceğiniz tüm renk tonlarını sıra sıra dizmiştim. Bu odanın tek bir kuralı vardı “yere dökülen boya temizlenemez.” Belki de bu yüzden burası en renkli ve karmaşık odaydı şövalem üstünde bitmeyi bekleyen bir ilkbahar resmi ile duruyordu. Kuşların şarkısı buradan bile duyuluyordu. Gün batımının turuncu renkleri bana Akis’i hatırlatıyordu yine. Ona da evin bir duvarında yer vermeye karar verdim çünkü evin her yerinde birini temsil eden bir resim vardı. Mutfakta babam aslan için yaptığım aslan motifi, yatak odasına çizdiğim Ceylan, annem Ceylan için ve merdivene kardeşim Deniz için çizeceğim kız resmi ve çatı katına çizeceğim bir tilkinin suya yaptığı akis, hepsi de kaybettiklerimi temsil edecekti ama kimse bilmeyecekti. En sonunda evden çıkıp satılık tabelasını astım. Hayvanları da komşumuza daha bu kış satmıştım. Resimleri bitirdikten ve çatı katını temizlettikten sonra kurtuluyordum bu yerden insanın içini deşen bu acıdan, sonunda kurtuluyordum.