Bilinmezlik, insanoğlunun en çok korktuğu şeydir; aslında tek korktuğu şeydir. Karanlıktan korkarız çünkü içinde ne barındırdığını bilemeyiz. Ölümden korkarız çünkü nasıl hissettirdiğini, neler olacağını, sonrasında yaşayıp yaşamayacağımızı bile bilemeyiz. Bu bilinmezlikler dolayısıyla delirmememizi sağlayacak tek şey de içimizi bir şekilde rahatlatmaktır. İşte bu konuda insanlar ikiye ayrılır: ilme başvuranlar ve batıl inançlara sarılanlar.
Bilmediklerimiz bizi korkutur dedik. O zaman öğrenelim. Ne de olsa Jackue Fresco da “Cehaletin olduğu yerde batıl inanç hüküm sürer.” demiş. Karanlığın içinden gelen yaratıklar bilinçaltımızda yatan; izlediğimiz çeşitli filmlerden, okuduğumuz çeşitli kitaplardan türeyen hayal ürünleridir. Bizi öldüreceğinden korktuğumuz göğüs ağrımız akciğerlerimizde dolaşan bir kurtçuktan ya da ölümcül bir kistten değil, belki de sadece strestendir. Ancak bazen düşündüğümüz şeylere ilim yetemiyor. Başımıza gelen kötü şeyleri ilim açıklayamıyor. Ne kadar araştırma yaparsak yapalım sevdiğimiz kişiyi kaybetmemizi bir formüle bağlayamayız. Bu sırada devreye inançlar giriyor.
Böylelikle o çok sevdiğimiz, çok değer verdiğimiz kişinin ölümünün Tanrı tarafından verildiğine inanabiliriz. Başımıza gelen aksilikleri masum bir kediye de bağlayabiliriz. Çünkü milyonlarca insanın içinde böylesine tatsız olayların bizim başımıza gelmesinin bir nedeni olmalı, diye düşünürüz. Belki de geceleri tırnak kestiğimiz için kabuslardan kurtulamıyoruz. Amerikalı psikiyatrist Irvin Yalom “Korku batıl inancı besler.” demiş. Aslında biz de yaşadıklarımıza sebep bulamamaktan korkuyor, batıl inançlara başvuruyoruz.
Sonuç olarak bence batıl inançlar tamamen insanoğlunun içini rahatlatma gereksiniminden doğmuş bahanelerdir. Batıl inançlar sayesinde inanmak istemediğimiz şeyleri de kolaylıkla geçiştirebiliriz. Sayelerinde içimizi rahatlatabilir ve kaygıyla fazla muhatap olmak zorunda kalmayız.