Her sabah okula gitmek için aynı yoldan geçiyordu ama bu sabah her şey farklıydı. Gözlerinin önünde birdenbire beliren parlak, altın rengi kapı, onu başka bir dünyaya davet ediyordu. Kapıyı açsam mı açmasam mı diye düşünmeye başladı. Sonuçte bugün en sevmediği dersler vardı ve en kötü ne olabilirdi ki? Elini kapı koluna koyduğunda kalbi heyecandan göğsünden fırlayacaktı. Kapıyı açtığı gibi birisi onu içeri çekti ve düşmeye başladılar.
Bulutların üstünde bulunan, her tarafı sarmaşıklarla kaplı bir şatodan düşüyorlardı. Bir bulutun içinden geçtiler. İkisi de yapış yapış olmuştu çünkü bu diyarda bulutlar pamuk şekerden oluşuyordu. Tom’un çok telaşlı olmasına rağmen onu içeri çeken kız oldukça sakindi. Toz pembe cildi, her elinde dört tane parmağı ve kömür gibi simsiyah saçları vardı. Saçları o kadar uzundu ki aynı anda yüz kişi ip atlayabilirdi. Tom o kapıyı açmaması gerektiğini düşünürken bu gizemli kız onu kendine doğru çekti ve saçını tuttu. Mosmor, dibi gözükmeyen bir gölün üzerinde durmuşlardı. Tom kendini suya bırakacakken kız onu tuttu. Ne olduğunu anlatmak için cebinden çıkardığı bir dal parçasını göle attı. Aniden yüzlerce timsah parçanın üstüne atladı ve sonra kayboldular. Hala adını bilmediği, hayatını kurtaran kız; saçını kullanarak sanki salıncaktaymış gibi salanmaya başladı. Eliyle üçten geriye saydı ve hop!..
Toprak zeminde basıyorlardı. Tom kıza ismini sordu fakat kız cevap vermedi. Görünüşe göre onu anlamıyordu ya da konuşamıyordu. Tom’un elini tuttu ve koşmaya başladı. Birkaç dakika koştuktan sonra özenle süslenmiş bir giriş tabelasının önüne geldiler. Tom ancak o zaman kızın, hayatlarını kurtarmak için saçını kestiğini fark etmişti. Sallanırken bir şekilde kesmiş olduğunu düşündü. Kızı takip etmeye başladı. Bulundukları yer kocaman bir ormandı ve evler ağaçların üzerine yapılmıştı. Doğaya zarar vermemek için bulutlara kadar çıkan sekoyalar kesilmemişti. Evler üst üste yapılmıştı bu sebeple sekoyalar apartmanları andırıyordu. Her katta bir ev vardı. Onlar ilerledikçe şehir daha kötü bir hal alıyordu. Kesilmiş ağaçlar, yakılmış evler, zarar görmüş hayvanlar… Bu kadar ev olmasına rağmen ortalıkta kimse yoktu. Kız bir dal parçası aldı ve yere bir lale çizdi. Tom bundan sonra ona Tulip diyecekti çünkü orda konuşulan dili bilmiyordu. Anladığı kadarıyla burada bir savaş olmuştu ve tek hayatta kalan Tulip’ti. Tulip gökyüzünü işaret etti. Şatonun gölgesi tam da o bölgeye düşüyordu. Tom yerden başka bir dal parçası aldı ve yere şatoyu çizdi. Tulip ona şaşkınlıkla bakıyordu. Elinden dal parçasını çekti ve şatonun üzerini karaladı. Tulip onun hayatını kurtardığı için ona yardım etmeye karar verdi.
Giriş tabelasına doğru yürüdüler ve sağlıklı bir sekoya ağacının tepesine tırmanmaya başladılar. Arada bir duruyor ve evlerin balkonunda dinleniyorlardı. Birbirlerine yardım ederek veturuncu karınlı papağanların getirdiği böğürtlenleri yiyerek en tepeye ulaştılar. Tulip’in saçının bir özelliği de hızla uzamasıydı. Onlar tepeye gelene kadar yine aynı uzunluğa gelmişti. Kısa bir süre tırmandıktan sonra şatoya girdiler.
Tom şok olmuştu. Şato bir illüzyondu. İçerisinde minik bir kulübe vardı. İçeri girer girmez altın kapı yeniden belirdi. Tulip sinsi bir şekilde gülümsedi ve Tom’u timsahlı gölün epey yukarısından aşağı itti. Sonunda başka bir diyara gidecekti ve orayı da ele geçirmiş olacaktı. Son bir kez çaresizce aşağı düşen Tom’a baktı ve altın kapıdan içeri girdi.