Geçen hafta Pelin’le AVM’ye gitmiştik. Beraber mağazaları gezerken burnumda kötü bir koku hissettim. O kadar kötü kokuyordu ki gözlerim yavaş yavaş kapandı ve burnuma tutan kişinin kolları arasına yığılıverdim. Bayılmadan önce Pelin’in ”Yardım edin!” diye bağırdığını zar zor hatırlıyorum, zaten gerisi koskoca bir karanlıktı.
Uyandığımda Pelin’le bir odadaydım, o daha uyanmamıştı. Birkaç dakika boyunca neler olduğunu anlamaya çalıştım ve Pelin uyandı. Kız, şok geçirmiş gibi yüzüme bakıyordu ve anında ondan beklenen o büyük soruyu sordu: ”Nerdeyiz biz?” Sesi o kadar korku doluydu ki ben bile korkmuştum. Birkaç saniye Pelin’in yüzüne boş boş baktıktan sonra en mantıklı cevabı verdim: ”Bilmiyorum.” Çünkü gerçekten nerede olduğumuza dair bir fikrim yoktu ama bildiğim tek bir şey vardı: Kaçırılmıştık!
Bir süre sonra içeri bir adam girdi, siyah gözlüklü, siyah saçlı, siyah takım elbiseli bir adam. İkimiz de ona korku dolu gözlerle bakarken adam konuşmaya başladı: ”Patron sizi çağırıyor, dolapta temiz kıyafetler var, giyinin ve üst kata çıkın.” diyip kapıyı sertçe kapattı. Pelin bana “Ne yapalım?” dercesine bakıyordu, ben de “Gidelim.” dedim. İkimiz de giyindikten sonra kapıya yöneldiğimizde konuşmaya başladım: “Pelin, yavaşça ve sakince yere bakar mısın? Ben mi yanlış görüyorum yoksa ayağımın dibindeki bir altın bilezik mi?” diye sordum. Pelin yerden bileziği alırken bir yandan da konuşuyordu: “Yok, Beste yok. Yanlış filan görmüyorsun, bu gerçekten de bir altın bilezik.” dedi. Bileziği yavaşça koluma taktı ve çıkmamız gerektiğini anlayıp kapıya doğru ilerledi.
Yukarı çıktığımızda Pelin stresten ölecek gibi duruyordu. Kapıyı yavaşça açtık ve içeride bir adam vardı, yanında da iki tane koruma. Adam bize “Buyrun, oturun.” dercesine bakıyordu. Koltuğa oturduğumuzda adam bana doğru çok garip bakıyordu. Bir bana, bir de kolumdaki bileziğe bakıyordu. Adam sonunda konuşmaya başladı: “Onu nereden buldun?” dedi gülümseyerek. Ben de “Odamızın kapısının önünde bulduk.” dedim nazikçe. Adam birkaç dakika düşündükten sonra konuşmaya başladı: “O benim annemin bileziği, eğer onu bana verirseniz gitmenize izin vereceğim, ayrıca bulduğunuza sevindim, yıllardır kayıptı.” dedi gülümseyerek. Ben hiçbir cevap vermeden adama doğru yürüdüm ve bileziği ona verdim. Adam bana gülümseyerek baktı, sonra adamlara döndü: “Ozan, bu tatlı kızları lütfen evlerine bırak. Giderken de yemek yiyin, acıkmışlardır.” dedi, koruma ise “Tamam, patron.” dedi. Gerisi zaten çok kolaydı, Pelin’le beraber yemek yedik ve evlerimize gittik. Annem ve babama her şeyi anlattım ve adamı polise vermek gerektiğini söylediler ama ben karşı çıktım, çünkü adam -bence- iyi biriydi. Fakat ailem durumu polise bildirdi ve onlar yakalandı. Karakolda karşılaştığımızda yine gülümsüyorlardı.
Neden kaçırıldığımıza hiçbir zaman anlam veremedim. Zaten adama da sormak istemedim. Tek bildiğim o altın bilezik sayesinde kurtulabilmemizdi.