Pelin ve ablası o gece çok eğlenmişti. Beraber boncuklardan kolyeler yapmış, yeni aldıkları on ikili sulu boya setlerinden resimler çizmiş ve çok eğlenceli vakit geçirmişlerdi. Pelin ablasını, ablası da Pelin’i çok seviyordu. O sırada anneleri, “Pelin, Doğa yemek hazırlayacağım, ne istersiniz?” dedi Pelin ve ablası Doğa aniden atıldı “Makarna isteriz, lütfen anne!” Pelin ve ablası makarnayı gerçekten çok seviyordu. Annesi onların bu isteklerini kabul etti ve makarna hazırlamaya başladı.
O sırada Pelin ablasına,” Bahçeye çıkalım mı abla? Hem belki topumuzu da yanımıza alıp voleybol oynarız, annem yemek hazır olunca bize haber verir, ne dersin?” dedi. Ablası bu teklifi kabul etti ve bahçeye çıktılar. Voleybol oynadılar ve yorulunca bir ağacın gölgesine oturdular. Sonra etrafı izlerlerken ablası biraz uzakta parıldayan sarı bir şey görüp meraklandı ve o şeyin yanına gitti.
Pelin meraklandı ve ablasına nereye gittiğini sordu. Ablası “Yanıma gel!” diye cevap verdi. Pelin, “Ne oldu abla? Ben bir şey göremiyorum.” dedi. Ablası, “Pelin, sessizce ve yavaşça yere bakar mısın? Ben mi yanlış görüyorum yoksa ayağımın dibindeki bir altın bileklik mi?”
“Evet abla, bu bir altın bileklik, sence kimin olabilir?” diye sordu Pelin endişelenerek. Derken parkta futbol oynayan çocuklar topu yanlışlıkla bilekliğe doğru attı ve bileklik gözden kayboldu… Pelin ve Doğa bilekliği ararken annesi onları yemeğe çağırdı ve kızlar oflayıp puflayarak yemek yemeye gitti fakat akılları hâlâ altın bileklikteydi. Yemekleri bitince hemen parka koştular ve bilekliği bir kızın elinde gördüler. Kızın yanına gidip sordular. “Pardon, bilekliğini biraz önce yerde gördük fakat almadık. Acaba bilekliğin biraz önce kayıp mıydı?” Çocuk, “Hayır, bu benim tokamdı.” diye gülerek cevap verdi. Pelin ve Doğa birbirlerine bakarak gülmeye başladı. Gerçekten bir tokayı altın bileklik sanmışlardı ve bu çok komikti.