Elif ve Pelin en yakın arkadaşlardı. Bir gün Pelin, Elif’e ormana bir yolculuğa çıkma teklifi etti, Elif de bunu kabul etti. Ardından ikisi de ormana doğru yürürken Elif bir anda çığlık attı. Pelin ne olduğunu sorunca Elif, “Pelin, sessizce ve yavaşça yere bakar mısın? Ben mi yanlış görüyorum yoksa ayağımın dibinde bir altın bileklik mi var?” dedi. Pelin yavaşça aşağı baktı ve aynı Elif gibi bir çığlık attı. “Evet, bu bir altın bileklik! Elif, zengin olabiliriz!” dedi. Elif ise, “Bence bunu sahibine götürmeliyiz. Ama götürmeden önce üstündeki desene baksana, sence de değişik değil mi? Bence bir yolu gösteriyor. Gel, bakalım,” dedi.
Pelin ve Elif yürümeye başladı. Bilekliğin üstündeki oklar onları bir yerlere götürüyordu. En sonunda geldiklerinde bir mağara buldular. Mağaranın içine girmekten çok korkuyorlardı ama o kadar yol gelmişlerdi ki artık korkacak bir şey yoktu. İki arkadaş hemen içeri atladı ve oradaki kutuyu aldı ve kaçtı. Nefesleri tükenince durdular. Pelin, “Elif, hadi açalım kutuyu,” dedi. Elif, “Ama olamaz, anahtar gerekiyor,” dedi. Pelin, “Bu bilekliğin takma yerinde bir anahtar girişi var. Gel, onu kullanalım,” dedi. Anahtarla kutuyu açtıklarında içinde bir tane daha bileklik vardı. Ama bu bilekliği sonra keşfedeceklerdi. Bakalım bir sonraki buluşmalarında nereye gideceklerdi ve bu bileklik onları nereye götürecekti?