Dedem yakın zamanda dünyaya gözünü yumdu. Bize sadece bir miras kaldı. Dedem’in avukatı bütün aileyi topladı ve dedemin yazdığı mektubu okumaya başladı. Sadece bir mirası vardı, o da altın bileklikti. Mektubu avukat okurken herkes birbirine bakıyordu. Avukat, “Altın bilekliğin Gamze Çukur’un olduğu” yazıyordu. Ben çok mutlu ve şaşırmıştım. Bana ışıklı bir kutu içinde altın bilekliği verdiler. Bütün kuzenlerim bana kıskanarak bakıyorlardı. Ben bilekliği bileğime taktım. Biraz büyük gelmişti. Bu bileklik ailemiz için çok önemliydi, büyük büyük büyük anneannem yapmıştı. Bu bileklik kaybolmadan uzun zaman gelmişti ve şimdi bu bilekliği dedem bana layık gördü.
Sabah okula gittiğimde arkadaşlarıma bana miras kalan bilekliği göstermek için bilekliğimi taktım. Okula adımı attığım zaman bilekliğim kolumda değildi. Arabayı altını üstüne getirdim, ama bilekliğimi bulamadım. Çok üzüldüm. Babam, “Kızım, derse geç kalacaksın, bırak ben eve gidince tekrar bakarım, sonra sen bakarsın.” dedi. Ben mutsuz bir şekilde okula gittim.
En yakın arkadaşım Pelin, ne olduğunu sordu. Ben bilekliğimi kayıp ettim, dedim ama Pelin yenisi alırsın dedi. Tabii benim için ne kadar manevi bir değeri olduğunu bilmiyordu. Ben ona ne kadar önemli olduğunu anlattım ve o da çok üzüldü. Onu okuldan sonra evime davet ettim, altın bilekliği aramak için yardım gerekiyordu. Okulda ki derslere hiç odaklanamadım, tek düşündüğüm onu nerede düşürdüğümdü. Okul bitti ve Pelin bize geldi.
İlk eve baktık ama bulamadık, sonra bahçeye çıktık. Pelin, sessizce ve yavaşça yere bakar mısın? Ben mi yanlış görüyorum yoksa ayağımın dibindeki bir altın bileklik mi? dedi. Ben sessizce yere baktım ve bir anda çığlık attım. Ona sımsıkı sarıldım, onun sayesinde altın bilekliğimi bulmuştum.