İlk başlarda gözlerine uyku bile girmez, hepsi yataklarının altına gizlice saklanıp saatlerce ağlarlar. Ertesi gün neden gözlerin kıpkırmızı diye sorduklarında da annemin parmaklarını yedirten ev yemeklerini ,babamla dertleşmeyi ve bir konu üzerinde saatlerce tartışmayı ,kardeşime de doğru yolu göstermeyi özledim ve en önemlisi ailemin sıcaklığını özledim diyemezler. Bu durum bir süre böyle devam edince alışmaya başlarlar. Bu his o kadar belirsiz bir his ki…
Hani anneniz bazen temizlik yapmak ister, mutfak dolaplarını boşaltır. Sonra yeniden yerleştirirken tabakların ve bardakların bulunduğu dolapların yerlerini değiştirir. Siz de susadığınızda bir bardak almak için bardakların bulunduğu dolabı açmak istersiniz. Ama karşınıza çukur tabaklar çıkar. Aslında biliyorsunuzdur o dolapta bardakların olmadığını ama alışkanlık işte. Bir, üç , beş , on derken alışırsınız ya bir gün. İşte yatılı okulda okumaya alışmak o sıcak yuvadan ayrı kalmaya çalışmak böyle bir his.
Ama alıştıktan sonra neden yatılı okulda olduklarını anlamaya başlarlar daha çok çalışırlar daha çok çabalarlar ve ayakları üzerinde durmayı öğrenmeye başlarlar. Kendilerini savunmayı, nasıl bir birey olacaklarını kendileri öğrenirler. Düştüklerinde kalkmayı da kendileri başarırlar. Ama bir o kadar çok da ilgi beklerler. Öğretmenleri onlara elinden geldiği kadar hem annelik hem babalık yapmaya çalışırlar. Herkes birbirini aile yerine koyduğu için hayata tutunmak için birbirlerine bağlanırlar. Çocukluk dönemlerinin en güzel zamanlarını özgür bir biçimde geçiremedikleri için erken olgunlaşırlar. Ama bu olgunluk onları karakteristik özellikleri bakımdan olumlu yönde etkiler. Kaliteli bireyler olurlar ve ileride çok iyi bir meslek sahibi olurlar. Ama o sıcak aile hissini hayatları boyunca anlayamazlar. İşte hayatlarındaki en büyük boşluk da budur. Ama kendileri bu sıcak aileyi kurabilirler. Çünkü hiçbir şey için geç değildir.