Alaska’nın Peşinde

Merhaba sevgili okuyucular! Karlı bir Ankara akşamından selamlıyorum hepinizi! Umarım hepinizin günü çok güzel geçiyordur. Bugün sizlerle okumaktan inanılmaz zevk aldığım ve defalarca okuduğum bir kitabın yorumunu paylaşmak istiyorum. Kitabın yazarı benim en sevdiğim yazarlardan bir tanesi. Başarısını dünyaya kanıtlayan yazarımızın ismi John Green, kitabımızın ismi ise Alaska’nın Peşinde.

Kitabımızı tanıtmaya, kitabın kendisini tanıttığı sözlerle başlamak istiyorum.

“İlk içki

İlk şaka

İlk dost

İlk aşk

Son sözler

Miles Halter, ünlülerin son sözlerine bayılan, sıradan bir gençtir. Evindeki güvenli hayata katlanamadığından François Rabelais’nin ölmeden hemen önce ‘Büyük Belki’ olarak betimlediği bilinmezin ne olduğunu bulabilmek için yatılı okula yazılır. Onu Culver Creek Lisesi’nde aralarında Alaska Young da olmak üzere pek çok şey beklemektedir. Zeki, komik, son derece seksi ama bir o kadar perişan halde olan Alaska, Miles’ı kendi labirentine sürükleyecek ve ‘Büyük Belki’ arayışında ona yol gösterecektir. “

Hikâye Miles adında 16 yaşındaki, insanların son sözlerini ezberlemek gibi ilginç bir hobisi olan gencin yatılı okula gitmesini anlatıyor. Karakterimiz 16 yıl boyunca sessiz sakin bir hayat sürmüş ve artık François Rabelais’nin son sözlerinde bahsettiği Büyük Belki’yi aramak için bir şeyler yapmaya karar verip yatılı okula gidiyor. Büyük Belki’sini Alaska adında güzel, hayat dolu ama bir o kadar da umutsuz bir kızda buluyor. Veya bulduğunu sanıyor.

Miles’ın ilk aşkı olan Alaska çok farklı ve özel bir karakter. İnanılmaz neşeli ve hayat dolu olarak gösterdiği tarafından ayrıca kimseye göstermediği karanlık, yaşamak istemeyen bir yarısı da var. Ve bunu fark eden tek kişi Miles. Fark ettiğinde biraz geç olmuş olsa bile…

“”Ben seni anlamıyorum,” dedim.

Bana bakmadı bile. Yalnızca televizyona doğru gülümsedi ve “Beni hiç anlamazsın. Olay da bu,” dedi.”

Yazarın Alaska ile ilgili tasvirleri o kadar güçlü ki hayran olmak elde değil. Özellikle kokusu… “O, vanilya ve sigaranın harmanlanmış muhteşem kokusu.” diyor, John Green. Tıpkı kişiliği gibi Alaska’nın kokusu da birbirine tezat iki şeyin muhteşem harmonisi.

“”Niye bu kadar hızlı içiyorsun?” diye sordum.

Gülümsedi. “Hepiniz keyif almak için sigara içiyorsunuz, bense ölmek için içiyorum.”

Zaman geçiyor, Miles bu muhteşem kızla yakın arkadaş oluyor, ona olan sevgisi ve hayranlığı giderek artıyor. Alaska zeki bir kız Miles’ın ilgisini fark ediyor ve kendisini masum bir tutkuyla seven bu gence kıyamadığı için (En azından ben böyle olduğunu umuyorum ya da başka bir deyişle hayran olduğum karakterin aslında duygusal bir tarafı olduğunu hayal etmek hoşuma gidiyor.) onu kendisinden uzaklaştırıyor ama Miles pes etmiyor, sonuçta tek istediği Alaska’yı tanımak ya da başka bir deyişle Büyük Belki’sine tam anlamıyla ulaşmak.

Zaman geçiyor ve o senenin sonunda Miles aradığı ‘Büyük Belki’ bilinmezinin cevabını, Alaska’nın aslında hayalindeki Alaska olmadığını anladığı zaman buluyor. Özellikle sonu sizi kesin bir bulguya yönlendirmese de çok etkileyici diyebilirim. Bence kitaptaki ana düşünce: Bir insan sizin hayal ettiğiniz gibi çıkmayabilir ve yaşadığınız hayal kırıklığı size çok şey öğretebilir.

 

Şimdilik benden bu kadar, okuduğunuz için teşekkür ederim. Bir sonraki yazımda görüşmek üzere. Mutlu yıllar!

(Visited 139 times, 1 visits today)