Teknolojinin ele geçirdiği bir dünya düşünün. Neredeyse hayal ettiğiniz her şey bu teknoloji sayesinde gerçekleşebiliyordu. Örneğin ışınlanmak, bir tık uzağınızda ya da o önceden hayallerini kurduğunuz uçan arabalar artık sadece birer hayalden ibaret değildi . Kulağa çok hoş geliyor değil mi? İnsan istediği her şeye sahip olduktan sonra başka ne isteyebilirdi ki…
Bu bahsettiğim güzel, şaşalı, gösterişli, insanın aklını başından alan şeylere aldanmak kendimizi kandırmaktan başka bir şey değildi. Bu gösterişli hayatın perde arkasında aslında mutsuz insanlar yatıyordu. Evet, dışarıdan çok mutlu görünüyoruz ama aslında içten içe hepimiz çok mutsuzuz. Nereden mi biliyorum mutsuz olduğumuzu, herkesin kendine ait birer cep saati var ve bu cep saati ne zaman durursa o zaman gerçekten mutlu olduğunuz anlamına geliyor. Benim de mutluluğu arama serüvenim mutsuzluğumun bile beni artık etkilemeyi bıraktığı zaman başladı.
Her gün birbirinin tekrarı şeklinde ilerliyordu. Sabah aynı şekilde uyanıyor, cep saatimde bulunan akrebin yelkovanı kovaladığını görüyor, hazırlanıyor ve dışarı çıkıyordum. Sokakta istisnasız herkesin elinde birer telefon, herkes ya sosyal medyada ne kadar “mutlu” oldukların ait fotoğraflar paylaşıyor ya da birbirleriyle mesajlaşıyorlardı. Sosyal medyaya atılan gönderilerin, insanlara sunulan sahte gülümsemelerin değerlendirmeleri de birbirlerini puanlayarak yapılıyordu. Bu puanlar bence önemsiz ama toplum için resmen en önemli şeylerden biriydi. Puanı düşük olan insanlar isteyerek ya da istemeyerek dışlanıyorlardı. Bu sebepten ötürü birbirimizi sunduğumu o gülücükler, yaptığımız jestler her daim hanemize birer artı olarak yazılıyordu. Ben bu düzenin saçmalığına ne kadar inansam da bazen gücümüzün yetmediği, sınırlarımızı aşan şeyler oluyor ve bu da onlardan biri işte. Bu işleyişe. bu düzene ayak uydurmaktan başka bir çaremiz bulunmuyor.
Demiştim ya mutluluğumu arıyorum diye aslında aradığım şeyi tam olarak ben de bilmiyordum ama mutluluk benim, bizim için bir farklılık hatta bir heyecan olduğu için sonradan anladım ki ben sadece hayatımda bir değişiklik aramıyor, mutlu olmanın anahtarını arıyordum. Biz insanlar arasında gerçek duygulara yer yoktu. Çünkü eğer ki işin içine gerçek duygular girerse sevinç, sevgi gibi pozitif duyguların yanı sıra nefret, öfke gibi negatif olarak nitelendirilmiş duygular da girecekti. Ve bu durum da kimsenin isteyeceği bir şey değildi.
Akşam olmuştu. Her zamanki rutinimizi yerine getiriyor ve her zaman işten çıktığım saatte he zamanki sokaklarda yürüyordum. Ama bu sefer alışılagelmişin dışında bir durum söz konusuydu. Farklı bir ses vardı, yakınlardan gelen bir bebek sesi. Ses ilk başta dikkatimi çekmemiş, fazla umursamamıştım fakat içimden bir ses dikkatimi tamamı ile ona yöneltmişti. Buralarda fazla çocuk yoktu. Varsa da ortalıkta gezinmiyorlar, genellikle evde duruyorlardı. Bu bebeğin bu saatte bir sokakta olması işte bu yüzden ilginçti. Sese doğru ilerlemeye ve etrafa bakınmaya başladığımda kutuların yanına bir puset içerisinde de bir bebek gördüm. Bebek ağlamaktan bir hal olmuştu. Önce ne yapacağımı bilemedim ama onu orada bırakıp gidemezdim. Bu yüzden onu da alıp evin yolunu tuttum.
Bebekle ne yapacağımı düşünüyordum, polise mi gitmeliydim yoksa hastaneye mi bilmiyordum. O yüzden önce eve götürüp onu dinlendirip, beslemeye karar verdim. Bir süre geçtikten sonra sakinleşti ve etrafı izlemeye başladı. Bana baktığında gözlerinde gördüğüm masumiyeti hiçbir zaman unutamıyorum. İçimde bir kıvılcım oluşmuştu. Onun enerjisi, masumiyeti bende bir şeylerin değişmesine yol açmıştı. Cebimdeki o saat aklıma düştü. Saate baktığımda gördüğüm şey karşısında nutkum tutulmuştu. Sadece bir cep saatiydi, ama mutlu olduğum zamanı anlıyordu ve o zaman kendiliğinden duruyordu ve o vakit mutluluğun da sonsuza kadar uzuyordu. İşte benim mutluluğum da o bebek ile beraber sonsuza kadar uzayacaktı.