Ben genellikle sosyal biri değilimdir. Mesela hafta sonlarımı dışarda gezerek değil evde oturup müzik dinleyerek geçiririm. Ya da elime kahvemi alır, bütün gün kitap okurum. Sanırım bunun bir sebebi de çocukken annemin çok sıkı olmasından kaynaklanıyor. Babam inşaat mühendisi olduğundan çoğu zaman yurt dışındaydı. Annem de, herhalde beni korumaya kendisini atanmış olarak mı gördü bilmiyorum ama sürekli bana nasıl çocuklarına hem anne hem baba olması gerektiğinden bahsederdi. O yüzden de anlaşılır bir şekilde dışarı çıkmama izin vermezdi. O yüzden çocukken hep mahallede oynayan çocuklara bakıp anneme kızardım, beni niye rahat bırakmıyorsun diye. Şimdiyse onların annelerinin havalı değil de daha çok ilgisiz olduklarını fark ediyorum. Ya da ben öyle sanmıştım.
Annemin bu kadar sıkı olmasının aksine neyse ki bir arkadaş edinebilmiştim. Onun ailesine de sıkı denilebilir sanırım. Başkalarının evlerine gidemesek de aynı binada oturduğumuz için pek sık görüşürdük. Hala da en yakın arkadaşım olarak sayarım onu. Aramızdaki bağın bu kadar güçlü olmasının sebebi de başkalarıyla çok görüşemememiz ama birbirimizle çok sık buluşabilmemizdi.
Yıllar geçti, kendi evlerimize çıktık, yine o birbirimizin evinde olduğumuz günlerden biri, arkadaşım benim akıl sağlığımdan gerçekten endişe duyduğunu söyledi. Sanırım bahsetmeyi unuttum ama o benim tam tersimdir. Ailesi ne kadar benimkiler gibi sıkı olsa da insanlarla sosyalleşmeyi çok sever. Kitap okuduğumu görünce gözlerini devir, hadi bir şeyler yapalım diye başımın etini yer. Dediğim gibi yine buluştuğumuz günlerden biri, dışarı çıkalım diye ısrar ederken birden tamam deyince şaşırdı, her ne kadar sırf gönlünü almak için kabul ettiğimi bilse de.
Alışık olmadığım için iki saat, abartı değil, hazırlanmanın sonunda dışarı çıkabildik. Evimden iki dakika uzaklıktaki kafeye gidelim diye diye dilimde tüy kalmadı ama nafile. Arabasına bindirip beni çok da bilmediğim bir yere götürünce tabii biraz rahatsız oldum. Yüzümü yıkamaya gidince biraz rahatladım ve bu o kadar da kötü değilmiş diye düşünürken masaya geri dönüp de arkadaşımın yüzündeki ifadeyi görünce bütün pozitif düşüncelerim uçup gitti sanki. Hemen gitmemiz lazım deyince iyice panik oldum ve hemen evin yolunu tuttuk. Beni eve bıraktığı an, en az bütün yol kadar garipti.
Eve gidip, uyanıp, bunun rüya olmasını anlamayı o kadar çok istedim ki. Ama maalesef her şey gerçekti. Hatta elimi cebime attım ve bir kağıt buldum. Üstünde bir adres yazıyordu. Ben gittiğimde ne olduğunu öğrenmek için arkadaşımı aramaya çalıştım ama telefonu kapalıydı. Keşke o merakım olmasaydı ama adres çok tanıdık geldiği için merakım daha da kabardı. Normal bir insanın yapacağının aksine ben, yine merakımı yenemeyip adresi bulmaya çıktım. Adres tanıdık gelmesine rağmen tamamen ıssız bir mahallede bir depoya çıktı.
Neden bilmem ama sanki çocukluğumdan kalan zincirleri kırmak istermiş gibi derin bir nefes alıp içeri girdim. Beni neyin beklediğini ben de bilmiyordum ama karanlıkta pek görebileceğimi de sanmıyordum zaten. İçeriyi daha fazla incelemek isterken arkamdan birinin geldiğini hissettim. Şimdi içerisi daha da kararmaya başladı.
Sonradan beni bayıltanlardan öğrendiğim kadarıyla tüm hayatım bir yalanmış. Aslında annemin o kadar sıkı olmasının ve babamın hiç evde olmamasının sebebi, onların benim gerçek ebeveynlerim bile olmamasıymış. Beni çok küçükken kaçırmışlar. “Annem” de beni hep evde tutmuş başkaları beni tanımasın diye. “Babam” da sürekli gerçek ailem onu bulmasın diye başka yerlere gidiyormuş. Beni çocukları olamadığı için bir gün bu depoda yalnız görünce kaçırmışlar. Ama aslında yalnız değilmişim ve burası yalnızca gerçek ailemin eski fabrikasıymış. Bir an onlardan ayrılınca bulamamışlar. Yıllarca aramalarına rağmen. “Babam” da ünlü bir ailenin çocuğu olduğumu fark edince “Annemle” kaçmaya başlamışlar. O sırada beni kafede görünce arkadaşıma her şeyi yarım yamalak anlatmışlar. Tabii arkadaşım şok olmuş ve çok endişelenmiş. Ama neyse ki gerçek aileme kavuşabildim ve her şey yerine oturdu.