Ahlak

Ahlak günlük yaşantımızda  ne yiyip içtiğimizde, ne giydiğimizde, nasıl konuştuğumuza, nasıl davrandığımıza hatta jest ve mimiklerimizi kullanış biçimimizde bile söz sahibidir, ahlak insan ilişkilerinde insanların eylemleri iyi, kötü veya doğru, yanlış şeklinde algılamasına ve sınıflandırmasını ifade eder. Bu algılar aileden gelen öğretilerle ya da direkt hayatı tecrübe ederek kazanılır, aileden veya yaşadığımız toplumdan benimsediğimiz ahlaki öğretileri ahlak konusunun bir altbaşlığı olarak töre ve adetler şeklinde kümelendirebiliriz, bu öğretiler atalarımızın hayat tecrübelerini nesilden nesile aktarması sonucu oluşur. Bu iki faktörün nasıl bir rol oynadığı, bireyin içinde bulunduğu toplumsal yapı, kültür ve kişisel özelliklerine göre değişkenlik gösterebilir.

İnsanlar, yaşamları boyunca karşılaştıkları farklı durumlar ve bu durumlara verdikleri tepkiler aracılığıyla ahlaki anlayışlarını geliştirirler. Bu süreç, kişisel bilinçlenme ve içsel değerlendirmelerle şekillenir. Örneğin, bir insanın küçükken tanık olduğu bir adaletsizlik durumu, büyüdükçe adaletin ne kadar önemli olduğuna dair bir inanç oluşturabilir. Ya da bir kişi, zor bir durumda empati göstermenin değerini, başkalarının acılarına şahit olarak öğrenebilir. Böylece birey, deneyimlerinden çıkarımlar yaparak, neyin doğru ya da yanlış olduğu konusunda kendi ahlâkî değerlerini şekillendirebilir.
Toplumsal dayatmalar da bu süreçte önemli bir yer tutar. İnsanlar, doğdukları andan itibaren toplumsal kurallar ve normlarla çevrilidir. Aile, okul, dini kurumlar ve medya gibi toplumsal yapılar, bireylere belirli ahlâkî değerleri öğretir ve bu değerlerin benimsenmesi beklenir. Toplumlar, belirli norm ve kurallar oluşturur; örneğin, dürüstlük, yardımseverlik, sadakat gibi değerler yaygın olarak toplumda kabul görür. Bu değerler, bireylerin sosyal hayata uyum sağlaması ve toplumda kabul görmesi için öğrenilmesi gereken normlar haline gelir. Toplumsal baskılar, bireylerin belirli davranış biçimlerini benimsemesini sağlar.

Ancak bu toplumsal öğretiler kimi zaman birbirleriyle çelişebilir. Örneğin bugünün işini yarına bırakma, acele işe şeytan karışır veya  iyilik yapan iyilik bulur, iyiliğe iyilik olsaydı koca öküze bıçak olmazdı gibi atasözleri  geçmişte yaşanan ve birbirine tamamen zıt ilerleyen olay zincirleri sonucu söylenmiştir ve her ne kadar hepsi atasözü olsa da, bu öğretiler birbirlerine zıttır,  bu yüzden atasözleri gibi bize kültürümüz yoluyla aktarılan değerleri katı bi şekilde kendine kılavuz edinen biri kendini bir kafa karışıklığında ve anlam karmaşasında bulabilir.

Özetle kişinin değer yargılarını ona kültür yoluyla aktarılan öğretilerden ziyade bizzat hayatın içinde kendi başına ince eliyip sık dokuyarak, geriye dönüp süreçte hangi eylemlerin sonucu iyi veya kötü etkilediğini tartarak oluşturması gerektiğini düşünüyorum.

 

 

 

(Visited 3 times, 1 visits today)