Nihayet Amerika’dan eve gelebilmiştim. Seyahat dönüşü o kadar yorgundum ki hiçbir şey yapmamaya kararlıydım. Bir ara yerimden kalktım ve bavulumu boşaltmaya niyetlendim. İşte o anda pasaportumu bulamadığımı fark ettim. Şok olmuştum, çantamın altında bir yerlere sıkışmıştır diye umutlandım. Her yeri alt üst ettim, pasaporttan başka her şey çıktı baktığım yerlerden. Hatta anneannemin takı kutusunu bile buldum ama pasaportum yoktu. Bir anda çok telaşlandım. “Ya bir daha hiçbir yere gidemezsem ya hep Kore’de tutsak kalırsam?” diye endişelenmiştim. Çok çılgınca olsa da bir şekilde pasaportsuz uçağa binip Amerika’ya sızmam gerekiyordu. Bunun için Emma’ya ihtiyacım vardı. Yani en yakın arkadaşım. O gezmeyi ve aksiyonlu işleri severdi. Emma’yı aradım: “Selam Emma! Şu an konuşacak hiç zaman yok! Bayan İsabella’nın kafesinde buluşalım! Orada görüşürüz!” dedim ve hızla evden çıktım, taksiyle kafeye vardım. Emma’yı görememiştim. Biraz bekledim ve o her zamanki gibi gecikmişti. “Emma, çok acil bir durum var! Pasaportumu kaybettim.” dedim ve Emma: “Bana şaka olduğunu söyle!” dedi. “Hayır! Gerçekten!” dedim ve Emma bana inandıktan sonra hızlıca plan yapmaya koyulduk. Tam “Emma, şimdi şöyle bir planım var.” demiştim ki Emma her zaman yaptığı gibi kasaya gidip oreolu magnolyasını almıştı. Aceleyle tekrar ettim: “Emma! Dikkatli dinle! Şöyle bir planım var: Havaalanına gideceğiz, ben bavulun içine gireceğim, ama bu bavul seninle olacak ve yanında duracak. Bu yüzden eşyalarımızı bir çantaya koyacağız. Kontrole geldiğimizde sen pasaportunu göstereceksin, ben de bavulun içinde olacağım, uçağa kadar gideceğiz ve uçakta önceden dediğim gibi ben bavul olarak yanında duracağım. Plan bu!” O sırada Emma: “Hı hı…” diyordu. “Dur bir dakika! Sofia bu plan çılgınca! Ama sevdim!” dedi. “Harika, plan da tamamsan bugün sizde kalıyoruz, sabah yola çıkacağız.” dedim ve Emma da onayladı. Bir iki saat sonra eşyalarımı küçük bir çantaya koydum, Emma’lara doğru yola koyuldum. Evlerine vardım: “Selam Emma!” dedim, eşyalarımı odaya koydum, planın üstünden geçtik ve yataklarımıza çekildik. Nihayet sabah olmuştu. “Emma! Uyan! Sabah oldu!” diye bağırdım. “Sofia! Saat daha beş buçuk! Bu kadar erken kalkmak zorunda mıyız?” diye uykulu bir sesle cevap verdi. “Evet! Ben beşte kalktım, kahvaltı hazırladım ve eşyaları gözden geçirdim. Tamamız!” dedim ve Emma hazırlandı, kahvaltı ettik, evden çıktığımızda saat altıydı. En geç altı buçukta havaalanında olmamız gerekiyordu çünkü genellikle sabahları insanlar uykulu oluyorlardı Emma gibi. Bavula girdim ve bir taksiye bindik. Havaalanına vardık. Yavaş yavaş ilerledik ve kontuara geldik. Görevli, bir kadındı ve oldukça uykulu görünüyordu. Açıkçası havaalanı beklediğimizden çok daha fazla doluydu. “Hoş geldiniz.”dedi esneyerek. “Pasaportunuzu alabilir miyim?” ve Emma da pasaportunu uzattı. Bazı işlemlerden sonra Emma bavulunu yanına almak istediğini söyledi ve bekleme alanına doğru yöneldik. “Hey, Sofia! İyi misin?” dedi fısıldayarak. “Evet, iyiyim.” diye yanıtladım. Saatler sonra nihayet uçağa doğru ilerlemeye başladık. Uçak o kadar kalabalıktı ki anladığım kadarıyla adım atacak yer yoktu. Kontrol işlemleri bu sebeple yapılamadı ve zar zor koltuğa oturdu Emma. O kadar heyecanlı anlardı ki… Emma ile ara sıra sohbet ettik, bana sanki bavulda bir şey arıyormuş gibi su ve yemek verdi ve böylece karnımı doyurdum. Saatler sonra Amerika’ya varmıştık. O kadar uzun ve sıkıcıydı ki, uyuya kalmışım. Ben uyandığımda yürüyorduk, sanırım havaalanından çıkmıştık ve sadece takırtılı sesler geliyordu. Emma bana: “İyi misin? Uyuyor musun?” diye sordu. “Yeni uyandım, neredeyiz?” dedim. “Amerika’ya geldik, otele doğru yürüyorum.” dedi. “Tamam, ne kadar kaldı?” diye sormuştum ki Emma’nın biriyle konuştuğunu duydum: “Merhaba, ben Emma Greengrass…” Konuştuğu adam sanırım otelin resepsiyon görevlisiydi. “Merhaba Bayan Greengrass, size nasıl yardımcı olabilirim?” dedi. “Ben bir oda ayırtmıştım.” dedi Emma. “Emma Greengrass. Buyrun efendim, oda anahtarınız.” “Teşekkürler.”dedi Emma ve asansörle odamıza çıktık. Emma ışıkları açtı ve beni bavuldan çıkardı. Oda çok güzel ve ferahtı. “Teşekkürler Emma. Bu yolculukta bana çok yardımcı oldun. Ama daha hava kararmadı. Aramaya başlayabiliriz!” dedim. “Rica ederim ama devasa Amerika’da minicik bir pasaportu nasıl bulacağız?” diye endişeyle sordu. “Biliyorum, eğer bulabilirsek zaten süper bir iş yapmış oluruz herhalde. Bence gezdiğim yerlere bakmalıyız ilk.” dedim. “Bana uyar, zaten Amerika’yı özlemişim, yıllardır gitmiyordum, peki ilk nereden başlayacağız?” dedi Emma. “İlk Times Meydanı’na bakalım. İki günümü orada geçirmiştim.” dedim. Hızlıca tekrar toparlandık, bazı eşyaları otelde bıraktık, ben bavula tekrar girdim ve yola çıktık. Taksiye bindik ve Times Meydanı’na gittik. Taksiden indik ve yürümeye başladık. “Sofia! Nerelere bakayım? Burası çok büyük ve kalabalık!” dedi Emma. “Bence yerlere bak. Kimse pasaportu almamıştır diye düşünüyorum.” dedim. Saatlerce yürüdükten sonra olumsuz sonuç aldık: “Sofia! Acayip yoruldum! Hem hava da karardı! Artık otele mi dönsek?” “Bulamadın mı?”, dedim. “Hayır, üzgünüm Sofia.” dedi ve otele doğru yola koyulduk. Emma girişte görevliye selam verdi ve odaya çıktık. Terlemiş ve yorulmuştuk. Hemen yataklara girdik ve uyuyakaldık. Ertesi gün lunaparkları, alışveriş merkezlerini gezdik, gördüğümüz herkese sorduk ama hepsinden olumsuz sonuç aldık. Artık pes etmiştik ve havaalanına geri dönüyorduk. “Üzgünüm Sofia, böyle olsun istememiştim.” dedi Emma havaalanında beklerken. Ben de bavuldan fısıldayarak cevap verdim: “Senin suçun değildi, üzülme.” kontrole doğru yöneldik. Kontrol işlemlerinden geçtik ve uçağa bindik. Uzun bir yolculuktan sonra Kore’ye vardık. Birkaç gün Emma’larda kaldım ve sonra eve geldim. Bavulumu boşalttım, Bayan İsabella’nın kafesinde Emma ile buluşmak üzere bir kotumu giymiştim ki arka cebimde bir sertlik hissettim. Elimi cebe soktum ki ne göreyim! Pasaportum!
AH PASAPORTUM
(Visited 38 times, 1 visits today)