Ağlayan Kaya

Spil Dağı’nın çevresi her zamanki gibi hareketlidir o gün. Niobe, çetin kışların tanrıçası, şehir meydanına doğru kendinden emin adımlarla ilerlemektedir. Saçını usulca eliyle geriye atar, gözleri ileriye dimdik şekilde bakmaktadır. Yerleri kaplayan beyaz örtü, masumiyetin ve asaletin fiziksel karşılığı olan kar, kendisinin eseridir. Kendisiyle ne kadar gurur duysa, böbürlense hakkıdır! Öyle ya, tuvali olan bu şehri kar fırtınalarıyla özene bezene süslemiştir. Eseri olan bu sokaklarda yürümeyi herkesten çok kendisi hak eder. O da ne? Kimdir o ilerideki, analık tanrıçası Leto mu?

“Merhaba Leto! Güzelliğinden hiçbir şey eksilmemiş bugün de.” Sinsi bir gülümseme ile konuşur Niobe. Leto başıyla onaylamakla yetinir. Meraklı gözlerle süzmektedir karşısındaki tanrıçayı.

“Ne zamandır merak eder dururum, bir sorum var sana. Analık tanrıçasısın, değil mi? Benim gibi bir kış tanrıçasının bile on dört çocuğu var, senin yalnızca iki. Nedendir bu acaba?” Sorusu üzerine Leto’nun sinirden çatılan kaşlarını gördükçe daha da keyiflenir Niobe, küstah bakışlarını bir an olsun çekmeden karşısındaki tanrıçanın cevabını bekler.

”O Hera cadısının işi ya! Lanetledi beni güneşin doğduğu topraklarda çocuklarımı doğuramayayım diye. Poseidon’a gittim; üç uçlu yabasını denize vurdu, dalgalarını kapattı üzerime de Apollo ile Artemis geldi dünyaya. Ben bu kadar acı çekmişken çocuklarım için, küçümsemek sana mı düşer kış tanrıçası? Ancak kar yağdırırsın sen, nehirleri dondurursun.”

”Zeus ile birlikte olduğundan lanetlemedi mi seni Hera? Sahi, Apollo ile Artemis de Zeus’un çocuklarıdır değil mi?” Niobe’nin bu sorusu üzerine sinirden kıpkırmızı kesilir Leto. Hışımla terk eder meydanı, çocuklarının yanına koşar. Kafasına bir plan kurmuştur bile: Niobe’nin üstün gördüğü on dört çocuğunun on dördü de öldürülecektir. Bir elini Apollo’ya, bir elini Artemis’e uzatır; planını uzun uzun açıklar ikiz kardeşlere. Ok ile yayı tutuşturur ellerine, ikizler ise annelerini küçük düşüren tanrıçadan intikam almaya dünden hazırdır.

Ay tanrıçası Artemis ile Güneş tanrısı Apollo o gece meydanın yolunu tutarlar. Kanlı geceye uyacak şekilde sert bir rüzgar ikisinin de yüzlerine çarpmakta, saçlarını karıştırmaktadır. Niobe ortalarda yoktur, çocukları bir masanın etrafında sohbete dalmıştır. Apollo gözünü kırpmadan oracıkta öldürüverir yedi erkek çocuğu. Sesleri duyan Niobe çıkagelir. Kanısınca hala Leto’dan üstündür, ne de olsa Leto’nun ikizlerine karşı kendisinin hala yedi kızı vardır. Leto’yu değil kendisini onurlandırmaları gerektiğini haykırır ikiliye. Bunun üzerine Artemis de elindeki yaya davranır, artık bir tane bile çocuğu yoktur Niobe’nin.

Niobe titreyerek çocuklarının yanına eğilir, kan gölünün içine çöker yavaş hareketlerle. O böbürlendiği çocukları artık hareketsizdir. Sanki rüzgar daha bir sert esmektedir artık, gece daha da karanlıktır. Niobe çöktüğü yerden kalkmaz; dokuz gün boyunca saçları yolunana, giysileri parçalanana kadar ağlar. Onuncu gün kendisine yaklaşan ayak sesleri işitir, gelen Zeus’tur.

”Göm çocuklarını, Niobe. Daha hırpalama kendini.” Zeus’un bakışlarında belli bir acıma vardır karşısındaki perişan anneye karşı. Fakat Niobe’nin ağlaması bir an olsun durmaz. Zeus ne yaptıysa, ne kadar dil döktüyse de teselli edemez karşısındaki tanrıçayı. Bunun üzerine daha fazla acı çekmemesi için Niobe’yi dağın eteklerinde taşa çevirir. Çocukları gömmek için oradan ayrılırken son kez veda eder kış tanrıçasına:

”Elveda, Ağlayan Kaya!”

(Visited 90 times, 1 visits today)