Sevgili Giovanni Bragolin,
Sen gece geç saatlere kalarak yaptın kardeşlerimle beni. Tek tek çizdin saçlarımdaki her teli. Şişkin yanaklarımı, çocukluğumun belirtisi masum bakan gözlerimi. Küçük yaşlarda bir oğlan çocuğu oluverdim ben, senin fırça darbelerinle. Bir zamanlar seninle yakın olduğumu düşünmüştüm. Hatta belki gerçek ismin Bruno Amarillo’yu kullanacak kadar yakın. Yanılmışım, öyle olmalıyım, çünkü gözlerimden yaşlar akıttığın zaman bunu niye yaptığını asla anlayamadım. Sen aynısını diğer kardeşlerime de yapıp sonra da ismimizi “Ağlayan Çocuk Tablosu” koyduğunda da.
Şimdi ben sinirlenmekte haklı değil miyim, bana yaptığından sonra? O çizdiğin gözyaşları yakıyor cildimi, içimde bir delik açıyor. Kendimi yırtmak istiyorum. Parçalamak istiyorum portremi. Avaz avaz bağırmak istiyorum ama yapamıyorum, sessizce ağlamak dışında. Sen mi koydun içime bu ateşi yoksa hep var mıydı orada?
Eğer hikayemi merak ediyorsan beni bir çift satın aldı, cumartesi sabahı. Kadın bana bakmadı bile, gözü başka yerdeydi onun. Adam cebinden parayı çıkarıp saydı teker teker. Beni onun pis eline verdiler. Yanındaki kadın o zaman fark etti beni, yargılayıcı gözlerle sorguladı acınası halimi. Sanki sürekli ağlamak benim kararımmış gibi. Adam kadını kolundan tuttu, beni de çerçevemden ve bizi eve doğru sürükledi. Beni sobanın üstüne, arkamdaki duvardaki siyah kiri saklamak için astılar. Acaba sobadan mı o hale geldi orası? Bilmiyorum, kimse de bana söylemedi. Beni sobanın üzerine asmalarının çok büyük bir hata olmasını onlara kimsenin söylemediği gibi.
Aslında düşününce çok tatlı bir çiftlerdi, kadın ve adam. İsimlerini öğrenmekle hiç uğraşmadım ancak akşam sobanın önünde sarmaş dolaş oturmuş gülüştükleri anları hiç unutamam. Pek mutlulardı, beraber oldukları sürece en sıkıcı işleri yaparken bile eğlenirlerdi bir şekilde. Ben de onlar için mutlu olurdum diyebilmek isterdim ama yalan söylemeyi sevmem. Onlar mutluyken ben kıskançlıktan ve sahip olamadığım güzelliklere hasretten kıvranmak isterdim. Sonra onu bile yapamadığımdan iyice hüzünlenip ağlardım. Tek bildiğim oydu çünkü: ağlamak. Onlar mutlu olduğunda ağlardım, mutsuz olduklarında da. Gece gündüz ağlardım. İçimde bir karadelik vardı sanki, pozitif her duyguyu yok eden. Sen ekledin onu oraya. Mutsuz halimi sen çizdin.
Çektiğim acıyı kadın çok iyi biliyordu. Ne de olsa “O tabloda bir sıkıntı var, bir karamsarlık.” veya “Niye aldık ki şu tabloyu, sırf bakınca içim kötü oluyor!” diye söylenirdi hep. Olan da onun yüzünden oldu zaten. Beni çöpe atmak istedi, gerçi kim suçlayabilirdi ki onu? Ben onun yerinde olsam ben de aynısını isterdim. Fakat ben o değilim ve onun sözleri…Ah o sözleri beni öyle üzdü ki. Tutamadım kendimi, kan ağlamaya başladım. İçimi döktüm ortaya, nefretimi kustum. Senin yağlı boyayla çizdiğin o lanet gözyaşları sobanın üzerine doğru aktı.
Bağırdı kadın acıyla. Adam da onu taklit etti. Ne yaparlarsa yapsınlar beni durduramadılar. Gözyaşlarım ve ateş evi sarıp savurdu. Çok, çok, çok sinirliydim, dünyanın alev alev yanmasını izlemek istiyordum, izledim de. Önce kırmızlar, turuncular, sarılar… Sen beni o gözyaşlarının arkasına hapsettikten sonra ilk kez mutlu oldum. Karanlık bir mutluluktu bu, duygularımın çevreme yansıması memnun etmişti beni. Kadın ve adam benim çektiğimi çok kısa bir süre tattılar, ağlayarak ve bağırarak. Sonra gözlerimin rengi gibi, kül, her yer kül… Geriye bir tek ben kaldım. Bu durumdan şaşırtıcı bir şekilde tatmin olmuştum. Sanki içimdeki, bütün o renklerin arkasındaki şey, ev ile beraber kül olmuş gözyaşlarımla akıp gitmişti.
Huzura çok yakındı bu his ancak ben hala ağlıyordum. O sırada senin beni zorlamandan ve tabloma döktüğün duygulardan ağlamaya o kadar alışmıştım ki, pişmanlıktan ağıyor olabileceğimi hiç düşünmedim bile. Eninde sonunda ateş sönünce ışık da gitti ve eskisinden daha derin bir karanlık doldurdu beni.
Ne kadar uzun zaman sonra bilmem ama bir gün tekrar satıldım. Bu sefer beyaz saçlı yaşlı bir kadın aldı beni. Niyeyse çiftin özlemini çektim, yaşlı kadın onların yerini dolduramadı. Oysaki bana çok da iyi bakmıştı, beli ağrımasına rağmen her gün tozumu alırdı. Maalesef ki beni bir elektrik prizinin üzerine asma hatasına düştü. Şimdi, suçlayabilir misin beni? Yok etmenin tadını almışım bir kere, ateşin yarattığı aydınlığı özlemişim, benden kendimi durdurmamı nasıl bekleyebilirsin? Orayı da yaktım savurdum, duman sardı etrafımı, alevler dans etti. Yine, ateşlerin küle çevirdiği yerden tek sağ çıkan bendim. Sebebini bilmeden ağlayarak. Belki de yas tutarak.
Bundan sonra tekrar tekrar satıldım ben. El el dolaştım. Bayanlar, baylar; gençler, yaşlılar aldı beni. Hepsinin ayrı bir hikayesi vardı ama hepsi aynı şekilde bitti: Benimle beraber ağlayarak.
Artık alışmış olduğum rutinimi “The Sun” gazetesi bozdu. O pis itfaiyecilerden biri yangınlarda sürekli beni ve kardeşlerimi bulduklarını söylemiş. Lanetli olduğumuzu ima etmiş.
Söylenti çok hızlı yayıldı. Ben ne olup bittiğini anlayamadan ben ve benle aynı kaderi paylaşan kardeşlerim duvarlardan koparılmıştık.
Lanetli dediler bizim için, yakmak tek çözümdü.
Çok komik değil mi, Giovanni? Benim yanarak bu hayattan silinmem. Peki, söyle bana Giavonni, neden yaptın bunu? Neden ağlattın beni ve kardeşlerimi? En başından beri biliyor muydun nelere tanık olacağıma? Bu yüzden mi, hep yas tutayım diye mi acıyla doldurdun beni? Yoksa sen beni acıyla doldurduğun için mi ben yas tuttum?
Cevap vereceksen çok hızlı vermelisin Giovanni çünkü alevlerin kıpırdayışını hissedebiliyorum. Birazdan ateş benim gözyaşlarımı kurutacak ve acımda onunla beraber dindiğinde hiçbir şeyin bir anlamı kalmayacak.
-Ağlayan Çocuk Tablosu