Yüreğimde ağır basan bir duygu vardır: bağımsızlık duygusu. Belki duygu değildir ama o an, o atlı arabanın içinde onu gördüğüm andan beridir içimde, ve başka hiçbir şey hissetmeme izin vermiyor. Belki biraz hüzün veya heyecan dersin ama boşuna; o an tek hissettiğim, yıllardır üzerinde hayatımı ve ailemi kurduğum toprakları kaybetme korkusuydu.
Duygum gitgide kabarıyordu. O konuşma yapıyor, biz haykırıyorduk; o konuşma yapıyor, biz yine haykırıyorduk. Yanında ise en az onun kadar asil ve kararlı Heyet-i Temsiliye üyeleri duruyordu. Tüm Ankara halkı o kadar coşkuluydu ki, gerçekten iğne atsan yere düşmezdi; herkes sıkış pıkış duruyordu. Ancak kimse bunun farkında bile değildi. O an tek isteğimiz, art niyetli Damat Ferit Paşa Hükümeti’ne karşın Ulu Önder’in üstün gelmesiydi.
Ardından, onu binlerce kişi eşliğinde ilk durağı olan Ziraat Mektebi’ne getirdik. Burada da aynı coşku devam etti. Tek bir kişi bile evde değildi o gün; herkes sokaklarda, bağımsızlık aşkıyla doluydu. O an hissettim ki, karşısında ne güç olursa olsun böyle bir millet sevgisini yenecek tek bir kuvvet yoktur. Bu ana tanık olan bir birey olarak kendimi çok şanslı hissediyorum.
Ankara, Ankara, güzel Ankara!
Seni görmek ister her bahtı kara…