Ülkemizde, son yıllarda üzücü bir şekilde kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri artmaktadır. Sanki bununla paralel olarak çocuklara uygulanan şiddet vak’alarında da artış var. Gün geçmiyor ki basında bu konular ile ilgili yeni bir hadise yer almasın. Doğal olarak konun hukuki yönü de hem basında hem de çeşitli sivil toplum örgütlerinde tartışılmaktadır. Bu tartışmalar beni de adalet; kadın, erkek eşitliği vb. konularda düşünmeye zorladı. Adalet nedir? Her zaman eşit olmak adil olmak mıdır? Adalet ve eşitlik herkesin hakkı mıdır? Gibi soruları kendime sordum ve araştırdım.
Türk Dil Kurumuna göre adaletin tanımı ‘’Yasalarla sahip olunan hakların herkes tarafından kullanılmasının sağlanmasıdır.’’ şeklindedir. Bu tanıma dikkatli bakıldığında adalete yönelik esaslarının çok iyi belirlenmesi gerektiği aksi takdirde insanların mutlu olamayacağı ve kaosun ortaya çıkacağı aşikardır.
Diyelim ki hukukun kurallarını mutlak eşitlik üzerine kurduk. Sizce nasıl bir sonuç ortaya çıkar? Çalışana da çalışmayana da aynı parayı versek; kadını, erkeği, yaşlıyı, çocuğu aynı sürelerde aynı koşullarda çalışmaya zorlasak nasıl bir düzen ortaya çıkar? İnsanlar bu durumdan mutlu olur mu? Ya da Hindistan’daki gibi tüm dünya kast sistemiyle yönetilse doğan çocuklar; doğdukları sınıfın haklarına sahip olsa ve bazıları eğitimden, sağlık hizmetlerinden, sağlıklı beslenmeden uzakken bazı çocuklar doğuştan fazlasıyla bu haklara sahip olsa ve büyüdüklerinde de hiçbir şekilde bir üst sınıfa geçemeseler nasıl bir dünyada yaşardık? Sanırım örneklerinden de anlayacağımız üzere bu düzenin kimseyi mutlu etmeyeceği konusunda hem fikir olabiliriz.
Her konuda, herkesin eşit olması kesinlikle adil değildir. Ancak eşitlikten de asla vazgeçilemez. Bunun size tuhaf göründüğünün farkındayım. Toplum düzenleri, yazılı olan hukuk kuralları ve yazılı olmayan ahlak kurallarıyla sağlanır. Tüm bu kurallar üzerine çok kafa yormamız, çok çalışmamız gerekmektedir. Çünkü içinde yaşadığımız toplumlarda çağdaş toplum kurallarının yanı sıra çağ dışı ahlak kuralları da hala varlığını korumaktadır.
Bence tüm kuralları belirlerken anayasa niteliğinde birkaç temel kurala uyarsak bu durumda ne mutlak eşit olmak ne de eşitlikten uzaklaşmak zorunda kalırız. Yine tekrar ediyorum bu konu çok değişkenli ve zor bir konu olduğu için üzerine çok çalışılmalı ve çok düşünülmelidir.
Yukarıda bahsettiğim anayasal niteliğindeki kurallardan biri ‘’ Tüm canlılar yaşama hakkına sahiptir.’’ olursa birbirinden çok farklı ihtiyaçlarla donanmış canlıların farklı yaşama biçimlerine ve ihtiyaç duydukları yaşam ortamlarına saygılı olan toplumlar ortaya çıkar. Bu kural yaşam hakkı noktasında eşitlikçiyken farklı canlıların gereksinimleri bağlamında saygılı bir toplumun oluşmasını temin edecektir. Aklıma “İhtiyacından fazlasını tüketme!”, ”Doğayı kirletme !”gibi yine benzer kurallar gelse de düşündüğümde fark ediyorum ki “Tüm canlıların yaşama hakkı vardır.” kuralı zaten hepsini kapsamakta. Yani bugün yaşayan canlıları koruyabilmek için onların yaşam ortamlarını ,doğayı, korumamız gerekirken gelecek nesilleri de koruyabilmek adına kaynakların tüketilmemesi gerektiğini bu kural içermektedir.
Açıklayabildim mi bilemiyorum ama her konuda eşitlik adalet değildir. Eşitlik, yaşam hakkı gibi konularda vazgeçilmezken farklı yaşam formlarının ihtiyaçları söz konusu olduğunda pozitif ayrımcılıklarla ele alınmalıdır. Beni bu tartışmaya iten, ülkemizdeki kadın ve çocukların maruz kaldığı kötü muamelenin de bu düşüncelerin kurumsallaşması ve toplum tarafından içselleştirilmesiyle çözülebileceğine inanıyorum.
Kaynakça:
https://sozluk.gov.tr/