Dünya, insanoğlunun yuvası. Bilimciler arasında en çok paylaşılan görüş olan anatomik olarak modern insanların yaklaşık 200 bin yıl önce Afrika’da, Etiyopya’da ortaya çıkmaya başladığı yönündedir ve bu yaklaşım sonucu 200 bin yıldır bize ev olan Dünya artık bizim ihtiyaçlarımızı karşılama konusunda zorlanıyor. Aynı anda, yaklaşık 8 milyar insanı besleyip, büyütüp sonrasında ölümüne sahipliği yapmayı bekliyor. Her saniye yeni bir hayat başlarken başka bir hayat da son buluyor. Bu süreçte ise global problem haline gelen yetersiz yiyecek kaynakları sorununa ise yetkililer çözüm bulma arayışında.
Artık ihtiyarlaşan dünyada her gün kaynak bulmak zorlaşıyor, zorlaşacak. Bu nedenle genetiği değiştirilmiş ürünler ciddi kıtlık ve açlık tehlikesine karşı tek çözüm olduğu düşüncesine sahip olanlar var. Genetiği değiştirilmiş gıdalar her ne kadar halk sağlığını uzun vadede kötü yönde etkileyecek olsa da bilim insanları arayışlarını sürdürüyor. Bu arayışlar sonucu özellikle Amerika’da yapay et popüler hale gelmeye başladı, yapay et ise hayvanlardan kök hücre alınarak bunun aminoasit, glikoz, vitamin ve minerallerden oluşan bir çözelti ile karıştırılması ile oluşuyor. Az önce belirttiğim gibi, bu arayışlar sağlık problemleri doğurabilir, yapay etin ise kanser riskini arttırdığı iddia ediliyor. Genetiği değiştirilmiş gıdalarda ise amaçlanan nokta verimi arttırmak, dayanıklılığı sağlamak yönünde.
Günün sonunda, insanın en temel ihtiyacı olan beslenmeyi sağlamak Çin bazı risklerin alınabileceğini düşünüyorum. Globalleşen dünyada içtiğimiz suda bile mikroplastikler bulunurken artık şu an bile ister istemez tükettiğimiz her şey sağlımızı kötü etkiliyor. Bu durumu iyileştirmek adına çalışmaların sürdürülmesi gerektiğini ve olası kötü etkileri minimum düzeye indirmek için vakit harcanması gerektiğini düşünüyorum.
Bunlara ek olarak, dünya nüfusunun gelecekteki kontrol sağlamak için bugünden önlemler alınması gerektiği görüşünü paylaşan kesimin içindeyim ama bu durum insanları zorla, habersiz kısırlaştırmaya da neden olmamalı. Çin ise bunun önüne geçmek için 1979 yılında “tek çocuk politikası” adı altında bir nüfus planlaması ortaya koydu, isminden de anlaşılacağı üzere her aileye maksimum tek çocuk zorunluluğu geldi her ne kadar bu politika geçen yıl iki çocuk sayısına esnetilmiş olsa da günümüzde de devam etmektedir. Bu tip planlamaların zararlı bir sonuç ortaya koymayacağını aksine yararlı bir süreç doğurabileceği düşüncesindeyim. Artık her birey, dünyanın bize gösterdiği sinyallerin farkına varmalı ve dünyanın “artık ben dayanamıyorum, kaynaklarım sınırlı” sinyalini algılamalı.
Dünya bizim daimi yuvamız oldu ve yakın zamanda da olmaya devam edecek. Biz ise sadece burada misafir olup gelecek nesillere daha iyi, daha yaşanılabilir bir dünya bırakmak amaçlı içinde olmalıyız. Bu süreç içerisinde verilen kararları da insanları dayatmak yerine belki konseyler belki oylamalar sonucu yürürlüğe sokmamız gerektiği düşüncesindeyim ancak toplu kararlar aldığımız takdirde gelecek nesillere vicdanımız, aklımız rahat bir şekilde hesap verebiliriz.