Her savruluşun bir hikayesi vardır. Umutsuzluklarla dolu, acılar barındıran hikayeler. Bu dünyada kimin acısı, savruluşu yoktur ki. İnsanoğlunun zayıflığı mıydı duyguları yoksa gücü müydü bilmiyorum ama ikisi de benim hikayemde yer sahibi.
Çok küçük yaştayken başladı her şey. Önce iflas ettik, sonra tam toparladık derken ani bir şekilde babamı kaybettik. Küçük bir aileydik biz. Ne ablam ne ağabeyim ne de kardeşim vardı. Babam gittikten sonra bu koca, acımasız dünyada annem ve ben bir başımıza kalmıştık. Çok üzüldük, yıprandık, acılar, çileler çektik ama yaşamak için dik durmak gerektiğini öğrendik. Annem bu dünyada gördüğüm en güçlü insandı. Düşünsenize bir çocuğunuzla koskoca dünyada baş başa kalıyorsunuz ve onun yerine de savaşmanız gerekiyor. Tüm zorluklara onun için de göğüs germeniz gerekiyor. Düşüncesi bile o acıyı az buçuk da olsa tahmin etmeye yetiyor.
Annem benim için çok çabaladı, Evet, maddi durumumuz az çok iyiydi ama bildiğimiz bir şey vardı ki yarın ne olacağının asla ama asla belli olmadığıydı. Gururlu bir kadındı annem, kimseden yardım istemez, kimsenin eline bakmak istemezdi. Dünya kötüydü, insanlar acımasızdı. O da biliyordu böyle bir dünyada kimseye borçlu kalınmazdı. Beni okuttu iyi yerlere gelmem için canını dişine takarak savaştı. Küçüktüm yardım edemiyordum ama en azından uslu bir çocuktum. Erken yaşta görmüştüm hayatın acımasızlığını. Evet, anneme pek bir konuda yardımcı olamıyordum ama bir sıcak sarılmanın onu nasıl mutlu ettiğini görebiliyordum.
Anneme hep borçlu hissettim kendimi. Büyüdükçe de geçmişte yaşadıklarımızı daha çok idrak etmeye başlamıştım. Onun için ben de annem gibi çok çalıştım ve hayata karşı dik ve güçlü durdum. Evet, babam yoktu ama annemin hep var olacağına inandırmıştım kendimi. Ölümün, kaybın nasıl bir şey olduğunu çok iyi biliyordum ama kaptırmıştım kendimi bir yalan hayale.
Annem bir süredir hastaydı ama hep geçiştiriyordu beni. Görüyordum zayıflıyordu, çabuk yoruluyordu. Kaç kere dedim doktora gidelim diye ama gerek yok diye diye aylar geçirmişti. Üniversite sınavına girecektim bu sene. Annemi gururlandırmak istiyordum. O benim için ne kadar emek verdiyse asla boşa gitmediğini göstermek istiyordum. Ve o aylar süren maratonun ardından sınav günü gelmişti. Tek başıma erkenden kalkıp sınava gittim. Çalıştıklarımın karşılığını alacağıma dair inancım tamdı. Sınav bittikten sonra koşa koşa eve gittim, anneme müjdeli haberi verecektim. Geldiğimde kapının önünde bir ambulans vardı. Kim için geldiklerini bilmiyordum, yaklaştıkça bana doğru geldiğini anladığım komşuları gördüm. İnanmak istemediğim şey başıma gelmişti. Koruyucu meleğimi, annemi toprağa vermiştim.
Çok üzgündüm, hayatın benden alacağı daha bir şey kalmamıştı. Haftalar sonra eve gidebildim. Kendimi hazırlamıştım yüzleşmeye. Annemin odasında masanın üstünde bir mektup vardı. Üstünde bana olduğu yazıyordu. Daha okumadan hıçkırıklara boğulmuştum. Cesaretimi toplayıp açtım mektubu. Annem kansermiş ve bunu uzun zamandır biliyormuş fakat tedavi edilemeyecek seviyedeymiş bu yüzden de bana söylemekten kaçınmış. Mektubunda bana olan sevgisini ve ondan sonra kendimi toplamam gerektiğinden bahsetmiş. Son cümlesinde de ” …biliyorum ne kadar üzüleceğini ama bundan sonra ikimiz için yaşayacaksın ve ikimiz için de mutlu olacaksın, bana söz ver.” yazmıştı. Ve ben de o gün ona söz verdim. O söz sayesinde bugün kariyerimde ve hayatımda çok güzel bir yerdeyim.
Annem hep kendini arka planda tutmuştu ama bu onun cesur olmadığı anlamına gelmiyordu çünkü ben bugün kariyerimde ön plandaysam bu onun sayesinde.Yani demem o ki bu dünyada hiç kimse, annem gibi, seyirci koltuğunda oturan cesur insanları alkışlamaz. Alkışlar, hep sahneye çıkanlar içindir.