Aile,sizi koruyup kollayan,koşulsuz seven ve yardıma ihtiyacınız olduğunda yanınıza ilk koşan insanların olduğu topluluktur. En azından benim içinde bulunduğum ailede öyleydi.
Ben henüz küçük bir çocukken ailemin uyumadan önce bana okuduğu bir kitap vardı. Bu kitaptan bir cümle bile okunmasa gözüme uyku girmez, ağlamaya başlardım. Her çocuğun yaşadığı gibi bir çocukluk geçirmemiştim. Diğer çocuklar özel günlerde ailelerinden oyuncaklar, kıyafetler, ayakkabılar isterken ben Taksim’in arka sokaklarındaki bir sahaftan sürekli kitap isterdim. İki üç yıl sonra o sahafta çalışan yaşlı ton ton amcayla çok yakın iki arkadaş olmuştuk.
Annem ve babam işlerinde başarılı iki bilim insanıydı. Yaptıkları işler beni çok etkilerdi. Bir gün bir laboratuvar patlamasında ikisi de hayatını kaybetti bende Ankara’ya, teyzemin yanına taşınmak zorunda kaldım. Patlamanın üzerinden tam on iki yıl geçmişti. Onlardan bana kalan tek şey o romandı ama bulamıyordum. Her yeri aramıştım. Yoktu…
Teyzem geçmişimi unutmamam için beni İstanbul’da bulunan evimize götürmeye kararlıydı. Ne kadar dirensem de beni dinlemiyor, benden daha çok ısrar ediyordu en sonunda kazanan hep o oluyordu. Ablasının ölmesine rağmen hayat doluydu, yüzündeki gülümseme hiç eksik olmuyordu. Ben öyle değildim, yüzlerini bile unutmaya başlamıştım.
O gün gelmişti. İstanbul’a dönme vaktiydi. Artık kaçamazdım, yüzleşmem gerekiyordu.Evin kapısından içeri girer girmez gözlerim doldu; aile fotoğraflarımız, eşyalar… Bütün her şey tam da hatırladığım gibi yerli yerindeydi. Tek farklılık benim odamdı onun sebebi de yabancılık çekmemem için eşyalarım Ankara’ya götürülmüştü. Evi gezmeyi bitirdikten sonra aklıma roman geldi. Orada da her yeri aramış ama bulamamıştım. Bu ev bana iyi gelmiyordu. Anılarım, ailem, çocukluğum hepsi bu evde sıkışıp kalmıştı. Bu evden dışarı çıkabilen tek şey, bedenimdi. O sırada aklıma sahafta çalışan o amcanın gittiğim gün burada olduğu geldi. Anında çantamı aldım ve dışarı çıktım. Sahafın adı bir türlü aklıma gelmiyordu bu yüzden insanlara yol soramıyordum ve kaybolmuştum. Taksim’de tek başımaydım burayla ilgili hiçbir anı gözümde canlanmıyordu, paniklemiştim. Gözlerimden yaşlar akmaya başlamıştı, hava da soğuktu bu yüzden burnum akıyordu. Cebimdeki mendili almak için elimi montumun cebine attığımda bir kağıt buldum. Bu bir adresti.
Anında göz yaşlarımı sildim ve aceleci adımlarla yola koyuldum. Sonunda bulmuştum. İçeri girdiğimde gözlerim yaşlı amcayı aradı ama yoktu. Yerinde benim yaşlarımda bir genç vardı. Bütün günümü o sahafta geçirdim ama aradığım şeyi bulamadım. Tam ümidimi yitirmişken sempatik bir ses kahven nasıl olsun diye sordu. Bu o çocuktu yardım etmek istediği her halinden belliydi. Amcanın adını hatırlamıyordum ama tarif ettiğimde dedesi olduğunu söyledi. Adımı söylediğimde ise şaşkına dönmüştü ve yarın tekrar gelirsem dedesinin sahafa geleceğini ve bana yardımcı olabileceğini söyledi.
Ertesi gün gittiğimde aylardır aradığım kitabı sonunda Taksim’in arka sokaklarındaki bir sahafta buldum. Aynı gün büyük bir heyecanla okumaya başladım. Kitabın 116. sayfasını çevirdim. Karşıma el yazısıyla yazılmış bir cep telefonu numarası çıktı. Numarayı arayıp aramamak konusunda tereddüt ederken omzuma dokunan bir el ile irkildim. Yaşlı amca neden aramadığımı sordu. Aradığımda kulaklarımda çınlayan ses çok tanıdık gelmişti. İsmini söylediğinde şaşkına döndüm. Karşımdaki ses; annemin ve babamın çok yakın arkadaşı ve benim çocukluğumda hayranı olduğum Ahmet amcaydı. Çocukluğumdaki evi, annemi ve babamı daha fazla acı çekmemek için unutmak istemiştim ama Ahmet amcanın sesi kulaklarımda yankılandığında çocukluğumda yaşamış olduğum mutlu anılar gözümün önünden film şeridi gibi geçti. O zaman anladım ki aslında yapmam gereken şey geçmişimi unutmak değil, mutlu anılarla mutlu olmaktı. Teyzemin de yaptığı şey tam da bu olmalıydı.