İlk topluluklardan bu yana, liderlik vasfına sahip insanoğlu yönettiği insanların içinde bulundukları koşullardan memnun olmasını diledi. Gelişen çağlarla birlikte bazı kurallar yarattı ve bunu kimi zaman sözlü kimi zaman yazılı olarak kalıcı hale getirmeye çalıştı. Yarattığı kuralların adalet ve eşitlik prensiplerine uyması için çabalayan insanoğlu, iki kavram arasındaki ince çizgide dolanıp durdu. Bazen kafası karıştı bazen de yoruldu ve bu yüzden iki kavram arasına ” = ” işareti koyduğu bile oldu.
Her ne kadar adalet ve eşitlik çoğu zaman birbirlerinin yerine kullanılsa da hiçbir zaman yakın anlamlı olmaktan öteye geçemediler. Bazı durumlarda eşitlik adaleti yanında taşıyamazken, adalet ile sonuçlanan her davada da eşitlik izine rastlanmadı. Dediklerimi somutlaştıran bir örnek vereyim…
Okuduğum bir yazıda sekiz yaşındaki öğrencilerine adalet ve eşitlik kavramları arasındaki farkı etkili yollarla anlatmış bir öğretmene yer verilmişti. Anlatılana göre, öğretmen öncelikle öğrencilerinden vücutlarında herhangi bir yeri seçmelerini ve oranın acıdığını hayal etmelerini istemiş. Sonra da elinde yara bantlarıyla sınıfı dolaşmış. Neresinin acıdığını sorduğu ilk öğrencisi parmağını göstermiş ve öğretmen de öğrencisinin parmağına yara bandı yapıştırmış. Daha sonra sorduğu her öğrencinin neresi acırsa acısın öğretmen hepsinin parmağına yapıştırmış yara bandını. Fakat durumun sonunda yara bandından faydalanan sadece bir çocuk kalmış. Bu örnekte eşitlik basitçe açıklanmış aslında. Yine de adaletin sağlanmadığı ortada.
Hepimiz birbirimizden parmak izlerimiz kadar farklıyız. İsteklerimiz, amaçlarımız, ihtiyaçlarımız durmadan değişiyor. Böyle bir durumda beklentilerimizin diğer insanlarla aynı olmasını ya da kalmasını nasıl bekleriz?
Gözlerinizi kapatıp şunu hayal edin: Elinizde aynı miktarda doldurulmuş iki kase çorba var; önünüzde ise biri aç, biri tok iki insan. Onlara karşı eşit mi olmak istiyorsunuz? Durun ve bir daha düşünün. Tok olan kişi zaten iki kase çorba içmiş kadar toksa elinizdeki iki kase çorbayı aç olana vermek eşitsizlik midir? Eylemin sonunda ikisi de aynı konumda bulunmaz mı? Demek iki kase çorbayı da aç olana verdiniz. Endişelenmeyin, adaletli bir karar verdiniz. Aslına bakarsanız sonunda eşitliği bile sağladınız.
Demem o ki adalet ve eşitlik arasındaki dengeyi iyi tutturmak ve bunun için de önce o dengeyi iyi anlamak gerekir. İşe, adaletin insanların diğer insanlarla aynı koşullar ve fırsatlar içerisinde bulunmasını sağlamayı temel alan hümanist bir yaklaşım olduğunu ya da eşitliğin adaleti sağlamak için doğan ve bazen yanlış kullanılan bir bakış açısı, bir pencere olduğunu anlamaktan başlayalım mı?