Adalet. Bugünlerde sürekli karşımıza çıkan ve çoğumuzun tanıdık olduğu bir kelimedir bu. Kelimeyle pek aşina olmamıza rağmen kendisinden pek hayır gördüğümüz söylenemez. Günümüzde terazinin kollarına insanların ruhları değil para ve kan koyuluyor ağırlığı eşitlemek için. Aynı zamanda sürekli eşitlik kelimesini de kullanıyoruz adaletin yanında, peki neden hiç bunların arasındaki farka dikkat etmiyoruz, sorgulamıyoruz?
Adalet bizleri birer insan olarak değerlendirirken eşitlik bizleri bir toplum olarak değerlendirir. Adalet her bireye farklı bir gözle bakar çünkü her insan hak ettiği kadarını almalıdır. Ancak eşitlikte ferdiliğe, insan olmanın gerektirdiği özelliklerden daha çok dikkat edilir. Eğer ikisi de insansa veya başkalarıyla aynı kümede sayılıyorsa, eşitlik herkese aynı davranır. Fakat adalet, kümelerin farklarına ve o insanların farklarına bakar. Kısacası, eşitlik aynı olanla ilgilenirken adalet ayrılık noktalara yoğunlaşır.
Bu ikisinin farkını açıklamak ancak örnek vermekle olur. İki tane aileden bahsedelim: biri üç kişiden, biri beş kişiden oluşuyor. Bu iki aileye ekmek dağıtılacak; eşitlik, bu iki aileye “aile” olmaları özelliğinden dolayı birer ekmek verirken adalet birey sayısını da göz önünde tutarak ekmek sayısını belirler.
Günümüzden örnek vermek gerekirse maalesef ülkemizdeki cinayetlerden ve ülkemizde adalet zannedilen kavramdan bahsedebiliriz. Her gün haberlerde öldürülen, intihar eden insanların iç daraltıcı hikayelerini dinliyoruz. Bir birey, kadın veya erkek fark etmeksizin, öldürüldüğünde adalet teraziyi eşitlemek için zanlının hayatından bir miktar zaman alıp hapishanede yaşamaya mahkum eder. Aynı zamanda zanlı öldürülmez ki hapishane gibi pis bir yerde vicdanı ve ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kalsın (Ölüm tehlikesi ile karşılaşması da adaletin vurucu ironisidir.). Halbuki böyle bir durumda eşitlik idam cezası isterdi. İdam edilen kişi suçsuz çıktığında ne olacak peki, hakim mi idam edilecek? İdam cezasıyla elbet katil ve öldürülen kişi arasındaki hesap kapanıyor. Peki ya bu insanların yakınları ne olacak? Sonuçta ateş düştüğü yeri yakar. Katil, ölümden sonra sadece fiziksel olarak çürükçüller sayesinde çürüyecektir fakat hapishanede bedeni çürümese bile içten içe vicdanı tarafından çürütülecektir.
Son günlerde artan intihar haberlerini düşünelim. Adaletsiz dünyaya karşı bir protesto sanılarak yapılan bu hareket aslında bir pes ediştir. Bir babanın yanında evladını götürdüğünü okudum bu haberlerden birinde. Burada eğer baba adil olmak istiyorsa çok büyük bir yanılgıya düşmüştür. Çocuğunu yanında götürerek onu zahmetten, üzüntüden kurtarıp adalet sağlamamıştır aksine kendi hayatını aldığı gibi kızının da hayatını alarak eşitlik sağlamıştır aslında. İşte bu yüzden adalet her zaman mutlaktır ama eşitlik görecelidir.
Adaletin temelinin atılmasında eşitlik olduğu için aslında ortak noktaları da vardır. Çoğumuzun daha önceden duyduğu Babil hükümdarı Hammurabi, adaleti eşitlik ile; göze göz dişe diş felsefesiyle sağladı. Bu ilkel adalet biçimi yıllar boyunca, özellikle Yunan felsefesi ve Çin felsefesiyle geliştirildi ve günümüzdeki halini aldı. Artık hakimler insanları, onların iç niteliklerine göre değerlendiriyor. Adalet terazisine suçun yanına aynı zamanda ahlak da konuluyor.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, günümüzde adalet olmadan eşitlik sağlanamaz bu nedenle insanları yargılamadan önce empati kurmalı ve ona göre hareket etmeliyiz.
“Adaletin olmadığı yerde ahlak da yoktur.”
Montaigne