Güneşin parlak ışıklarının gözlerini rahatsız etmesiyle uyandı ve etrafı dinledi; sessizlik, yalnızlık… Birkaç ay olmuştu hayat arkadaşı bu renksiz dünyayı bırakıp gideli;o da her gün monoton bir hayata uyanıyor, ölümün onu ablukasına alıp götürmesini bekliyordu. Hoş, belki o zaman tekrar mutlu olurdu. Belki çiçekler yeniden açar, çocuklar şarkı söylerdi.Belki tüm sevdikleri yanında olurdu yine eski günlerdeki gibi; annesi saçlarını örerdi dağınık durmasın diye. Yaşanmışlıkların beyaz kar taneleri bıraktığı saçlarında güzel durur muydu eskisi gibi? Belki… belki dünya yine güzel bir yer olurdu.
Yataktan zorlukla kalkıp yüzünü yıkadı, diş fırçasını eline almak isterken yanda duran altın renkli yüzüğü yere düşürdü. Yakalamak istedi ancak gençliğindeki kadar atik değildi. Huzursuzlukla mırıldandı. “Nerde bu…” Gözleri de görmüyordu ki artık. Yüzüğü bulduğunda ağrıyan beline acısını geçirmek ister gibi elini koydu ama nafile. “Burada mı unutmuşum seni? Olamaz.” Son zamanlarda bir hayli artan unutkanlığına hayret ediyordu, bir zamanlar uzun bir paragrafı bir bakışta ezberleyenilen o genç kız yoktu artık. Yüzüğü parmağına takıp ona uzun uzun baktı. Sevdiği vermişti ona bu yüzüğü, gözü gibi bakardı ona. Ne güzel günlerdi… Mutluluklarını bozabilecek hiçbir şey yoktu sanki. Belki o gün zaman dursaydı dünya çok daha güzel bir yer olurdu.
Kısa ve şaşaasız bir kahvaltının ardından salona geçti, her zamanki koltuğuna oturdu. Eşi hep sağ taraftaki koltuğa otururdu. Artık tek başınaydı ve istediği yere oturabilirdi ama kabullenmek zordu işte, her şey aynen devam etsin istiyordu insan… Birkaç kanal gezse de ilgisini çeken bir şey olmadı. Televizyonun önündeki cam sehpada duran bilgisayarı aldı ve bir şeyler yazmaya başladı yine. Hayatın ebediliğinden kaçamayacağını düşündüğü zamanlarda bunu yapardı, yıllardır sonunu getiremediği kitabına devam ederdi. Nasıl bir kedi en iyisi olurdu? Ne yaptı kedi? Hayır, hayır bu olumsuz bir etki bırakırdı. Kaybetmeyi hatırlatıyordu ve bu korkunçtu. Kendisi beğenmediği bir şeyi okuyucalarına katiyen sunamazdı. Düşündü bir süre. Ya kedi kalsaydı orada? Yaşlı kadınla kalıp bir şans daha verseydi ömrüne? Ya da hiç bilmediği bir yoldan gitseydi o gün evine? Ne olursa olsun hiç gitmese dünya çok daha güzel olabilirdi.
Öylece durdu bir müddet. Bunca anının içinde solup gitmek zoruna mı gidiyordu yoksa gözlerinde hüznün sebebi yaşanmışlıkların izi olan kırışıklıklar mıydı yüzündeki, bilinmez. Bilinmez kimin nereden gelip nereye gittiği, onca tamamlanmamış hikayenin arasında nasıl bitirecekti kendi hikayesini? İnsanlar gelip geçiyor ve hepsi kalpte bir burukluğa sebep oluyordu. Bu burukluk yıllanınca artacak, taşınması zor bir yüke dönüşecekti. Lakin biliyordu acı hafiflemeyecekti, acı peşini bırakmayacaktı bir ömür boyu yine de acıya alışacak, hissizleşecekti.
Hava almak için dışarı çıkmıştı, gökyüzüne bakıyordu tüm umuduyla. Sonra kirli beyaz bir kedi geldi ayaklarının dibine, o da yeni bir sayfa arıyordu kendine belliydi gözlerinden, bakışlarından. Sonraki birkaç yıl birlikte yaşadılar, mutluluklarına ve sevgilerine diyecek yoktu. Yaşlı kadın huzur içinde kapattı gözlerini. Arkasından ağlayan küçük bir kedisi vardı ama artık o da biliyordu yarınlara sarılmayı. O da yaşamayı…
“Hüzün zamanı geçti, onlar eskidendi,
Hepsi bitti.
Kirli beyaz kedi yıkan gözyaşınla,
Kurtul anılardan, sarıl yarınlara.”