Hayat, benim için hep yalanlar silsilesi oldu. İki dostu düşman gibi yapmayı, yaşadığım şehri birbirine katmayı, hatta sonuçlarının bir insanın ölümüne sebep olabileceği; insanoğlunun doğasında olan bu özelliği söylemek istemiyordum ama söylemek zorunda kalıyordum. Sanki dilim yalan söylemeye müsait bir şekilde yaratılmıştı. Bebekken bile annemin ve babamın heyecanla bekledikleri o tatlı anı, ağzımdan çıkardığım ilk sözcük olan “yalan” kelimesiyle mutluluklarını bozarak onlara gelecekte nasıl bir insan olacağımın mesajını vermek istemişim. İnsanlara yalan söylemeyi o kadar gururla, mutlulukla yapmışım ki; ileride bu yaptıklarımın önüme çıkacağını ve bunların benim mesleğimi kaybetmeme neden olacağını aklımın ucundan bile geçmemişti.
Şimdi biraz geçmişe dönelim, lise yıllarıma gidelim. Annem ile babam benim hukuk okumamı istiyorlardı ama ben tıp okumak istiyordum. İkisiyle bu konu hakkında sürekli kavga ederdim ve daha fazla dayanamayıp hukuk okuyacağım yalanını söyledim. Üniversite sınavına sayısal bölümünden girip en iyi tıp fakültesini kazandım ve bu şehirden ayrılıp başka bir şehre taşındım. Bu benim insanlara söylediğim ilk yalan değildi lakin mesleğim için söylediğim ilk yalandı.
Yıllar bu şekilde devam ederken bir anda kendimi kitaplar ve makaleler yazmış, televizyon programlarına çıkmış, akademik alanda başarılı olmuş bir Tıp Profesörü olarak buldum. En iyi arkadaşımla birlikte kendi alanımızda çalışmalar ve araştırmalar yaparken aynı zamanda mutluluklarımızı, üzüntülerimizi, korkularımızı, kaygılarımızı, sevinçlerimizi ve sırlarımızı paylaşırdık. Onu kendime yakın hissettiğim için her şeyimi saklamadan, yalan söylemeden anlatırdım. Özellikle de ne kadar yalancı ve bencil olduğumu söylerdim.
Olaylar bu şekilde yaşanırken arkadaşım, çok tehlikeli ve ölümcül bir hastalığa sebep olabilecek bir bakteri bulmuştu. İnsanlığa çok fazla zarar verebilecek bir bakteriydi. Nobel Tıp Ödülü’ne başvurmak istiyordu. Ödülü alabileceğinden emindim ve onu çok kıskanmıştım. Bu yüzden onun haberi olmadan ondan önce Nobel Tıp Ödülü’ne ben başvurdum. Araştırmaları ve çalışmalarının kopyalarını çıkartarak Nobel Tıp Ödülü için hazırlandım.
İşte Nobel Tıp Ödülü Günü gelmişti. Salonda onun yapmış olduğu çalışmalar sonucunda bulduğu bakteriyle ilgili seminer verdim. Herkes bakteriyi benim bulduğumu zannetti. İnsanlar beni ayakta alkışlıyorlardı. Ben kazanmıştım. Nobel Tıp Ödülü’nü almak için beni kürsüye çağırmışlardı. Yüzümde kocaman bir mutluluk ama içimde büyük bir pişmanlık duygusu vardı. Kürsüye doğru yavaş adımlarla gidiyordum. Fotoğraf makineleri hazırlanmıştı. Tam ödülü elime verecekken bir anda salonun kapısı açıldı. Bu benim eski arkadaşımdı. Bana o kadar hayal kırıklığıyla ve ihanete uğramış bir şekilde bakıyordu ki onun yapabileceklerini anlamıştım. Hemen elindeki belgeleri gösterdi. Sonra ise yalancı ve hırsız olduğumu gösteren ses kaydını açtı. Herkes dinledi ve “ İşte o an salon sessizliğe büründü, bütün bakışlar üzerimdeydi.” İnsanlar bana hayretler içinde bakıyorlardı. Salonun içinde avazı çıktığı kadar “ O yalancı ve hırsız. Bakteriyi ben buldum o değil.” Diye bağırdı. Yüzüm kızarmıştı, başımı öne eğmiştim. Çözümü sadece salondan kaçarak bulmuştum. Arkama bakmadan kaçmaya başlamıştım ve bu salondan uzaklaştım. Haber, hızlı hızlı yayılıyordu. Yaşadığım şehre rezil olmuştum. Mesleğim de elimden alınmıştı. Artık daha fazla burada kalamazdım bu yüzden taşınıp başka bir şehre yerleşmek zorunda kaldım. Fakat benim yaptıklarımı herkes duyduğu için insanlar bana iş vermek istemiyorlardı. İş vermek bir yana benle aynı ortamda bile bulunmak istemiyorlardı. Benim ise elimden gelen tek şey imajımı değiştirmek oldu. Sonra ise bir kitapçıda görevli olarak çalışmaya başladım. En azından ihtiyaçlarımı karşılayacak kadar para kazanıyordum.
Yıllar bu şekilde geçerken eski arkadaşım ise çok ünlü olmuştu, sürekli programlara çıkıyordu. Hiç yorulmadan çıktığı her programda da beni kötülemeye devam ediyordu. Onun gibi ben de ünlü olmuştum ancak insanların hafızasında kötü bir şekilde kalmıştım. Artık çok sıkılmıştım. Bu yüzden seneler önce eski arkadaşımın bulduğu o bakteriyi bir iğneye enjekte ederek şehir merkezinin ortasına gittim. Caddede avazım çıktığı kadar bağırdım. İnsanlar bir bana bir de elimdeki intihar silahına bakıyorlardı. Benim ise son sözlerim şuydu : “ Yıllar önce Nobel Tıp Ödülü’nü yalan söyleyerek arkadaşından çalmak isteyen bendim. Evet, ben bir hata yaptım. Bu yaşadığım zamana kadar insanlara yalan söyledim. Hiç kimse beni sevmiyor ve affetmiyor. O zaman hâlâ neden yaşıyorum? Bu hayatta hâlâ var olmamın bana hiçbir getirisi yok. Kendi ölümümü de arkadaşımın bulduğu şu ölümcül bakteriyle sonlandıracağım. Elveda beni sevmeyen hayat elveda.” Diyerek iğneyi enseme geçirdim. Bir dakikayı geçmeden caddenin ortasında bayıldım. Nabzım düşüyor, nefes almakta zorluk çekiyordum. Gözlerim ise yavaş yavaş kapanıyordu. Soluğum kesilmek üzereydi ölmeme saniyeler kalmıştı ve hayatımı kaybettim. Artık bu dünyada değildim. Beni seven yok diye düşünmüştüm oysaki yanılmışım. Meğerse arkamda gözleri yaşlı ve benim için ağlayan mutsuz insanlar bırakmışım. Pişmanlık, pişmanlık yine pişmanlık.