Dünyamızın en otantik ülkelerinden biri olan İspanya, yaz tatili için mutlaka önerdiğim duraklardan biridir. Bir Akdeniz ülkesi olduğu için iklimi ülkemize benzeyen bir memlekettir. Denize nazır şehirleri Antalya kıvamında, karasal olan şehirleri ise Ankara havasındadır. Ben seyahatimin çoğu kısmını Endülüs’te yani İspanya’nın daha tarihi olan bölgesinde yaptım. Havanın bazı yerlerde nefes alınamayacak derecede sıcak olduğunu söyleyebilirim. Gezerken su kaybından ölmemek için her on beş dakikada su molası vermeniz gereken bir tarihte yani ağustos ayında gitmiş bulundum lakin bu sıcaklar sizi korkutmasın akşamları gayet tatlı bir havası oluyor ve gezmesi gayet keyifli.
Anlatmaya başlamadan önce yapmak istediğim en önemli uyarı İspanya’nın neresine giderseniz gidin hırsızlık oranının yüksek olmasıdır. İspanya gezilerinden bir şeylerini çaldırmadan dönen insanla karşılaşmak gerçekten çok zordur bu yüzden en çok dikkat etmeniz gereken şey kişisel eşyalarınızın güvenliği. Kesinlikle ama kesinlikle çantanızı, cüzdanınızı, pasaportunuzu ve diğer önemli eşyalarınızı gözünüzün önünden bir saniyeliğine de olsa ayırmayın, her an her şey olabilen bir ülke İspanya. Polisin de size yardım edemediğini hatta artık yardım etmek için uğraşmadığını görmektense dikkatli olmanız ruh sağlığınız ve sinir katsayınız açısından daha önemli bence.
İlk olarak İspanya’ya giden herkesin gitmeden dönmediği şehir Barcelona ile başlayabiliriz. Barcelona’ya gittiğiniz zaman karşılaşacağınız ilk şey yerli insandan çok turist olacaktır. İlk durağınız Barcelona olursa özellikle, kesinlikle İspanya’daymış gibi hissetmeyeceksiniz.
Buraya geldiğinizde görmeden dönmemeniz gereken ilk yer bitmeyen kilise: La Sagrada Familia (kutsal aile). Bu kilise, Francisco de Paula del Villar ile 1882 yılında yapılmaya başlanmış ve Gaudinin 1883 yılında projeyi devralmasıyla devam etmiştir. Üç cepheden oluşmaktadır ve üçü de farklı dönemin izlerini barındırmaktadır. Gotik, Kübik ve modern olarak tasarlanan bu kilise hala yapılmaya devam edilmektedir ve görülmeye değerdir.
Ayrıca bu kilisenin dizaynı Gaudi’nin ne kadar çılgın bir mimar olduğunu anlamanızı sağlayacak ufak örneklerden biri olabilir. Şehri gezerken yolda karşılaşacağınız Gaudi eserleriyle büyülenebilir ve aynı anda şaşırabilirsiniz. Ayrıca kendisine ait olan eserlerle dolu olan Park Guell’e de gitmek sizin için keyifli olabilir.
Bu şehrin meşhur isimlerinden biri olan Salvador Dali müzesine gitmenizin hayatınız boyunca kendinize yapacağınız en güzel şeylerden biri olacağına inanıyorum. Kesinlikle sıradan bir müze olarak düşünmeyin, karşılaştığınızda neye uğradığınızı şaşıracaksınız. Sürrealizmin tanrısı olan Dali’nin müzesine giderken araştırma yapmanızı kesinlikle tavsiye etmiyorum çünkü bir sürprizle karşılaşmanız ve ciddi anlamda çok şaşırmanız için müzeye giderken hiçbir şey bilmiyor olmanız gerekiyor. Dolayısıyla söyleyebileceğim tek şey mutlaka gidin olacaktır.
Ayrıca bu şehirde Ildedonso Falcones’in kitabını yazmış olduğu Deniz Katedrali de bulunmaktadır ve özellikle kitabı okuduysanız kesinlikle görmeden eve dönmemeniz gereken yerlerden biridir. Buraya Gotik Mahallesini gezerken uğrayabilirsiniz.
Bu şehir hakkında son olarak La Rambla caddesinde oturup güzel bir yemek yemenizi tavsiye edebilirim. Ancak bu bölgenin insanları, yani İspanyollar, hakkında ufak bir bilgi vermem gerekirse gerçekten ağır kanlı olduklarını söyleyebilirim. Eğer burada yemek yemeyi düşünürseniz hesabı sipariş verirken isteyin, keza hesabın gelmesini beklerken bir sonraki öğünlerinizi kaçırabilirsiniz. Ayrıca İspanyolların gerçekten Fiesta saatleri vardır, Barcelona ve Madrid gibi yerlerde bununla pek karşılaşmazsınız ancak Endülüs’de ve Valencia gibi şehirlerde gün ortasında kapalı dükkanlar, restoranlar ve kafelerle karşılaşmanız çok olası. Çoğu şehirde öğlen üç ve akşam beş arasında sokaklarda kimseyi görmezsiniz. Yazın giderseniz nedenini anlamanız çok zor olmaz, o kadar sıcak ki yürürken sizin bile fiestaya ihtiyacınız olacaktır.
Barcelonadan kolayca gidilebilen Girona kasabasına gitmenizi tavsiye ederim ayrıca. Endülüs şehirleri gibi dar ve uzun sokaklara sahiptir. Sokakların dar olmasının sebebi sokakların kendi kendine gölge oluşturmasını ve hava sirkülasyonu için ufak esintiler yaratılmasını sağlamaktır. Bu sistem hoşunuza gitmekle birlikte bazı kalabalık yerlerde kişisel eşyalarınızı çaldırmanız için muazzam ortam yaratacaktır.
Eğer tarih seviyorsanız ve gerçekten tarihi gezilere meraklıysanız Barcelona’dan sonra hemen bir Endülüs turu yapmalısınız. Bu tura Valencia’da bir gece konaklayarak başlayabilirsiniz zira bu tur gerçekten çok yoğun ve yorucu geçebilir.
Granada ile başlayalım isterseniz. Endülüs’ün göz bebeği El Hamra Sarayını gezmekle başlayabilirsiniz bu şehre. El Hamra, Emeviler zamanında yapılan ihtişamlı bir saraydır. Gezmesi bir müddet sonra işkenceye dönüşen, özellikle bir tur rehberiniz varsa yalnızca 10 saniye oturmak için ağladığınız bir saray olarak da düşünebilirsiniz burayı. Gerçekten gezilmesi gereken ve ciddi anlamda çok önemli tarihi olan bir yerdir ancak burayı gezmeden önce cidden buna hazır mısınız karar vermeniz gerekiyor. Gezerken kesinlikle pişman olmazsınız ancak sıcaktan ve yorgunluktan bir müddet sonra ya halüsinasyon görmeye ya da hafızanızı kaybetmeye hazır olmalısınız.
Granada’da akşam özellikle yapmanız gereken aktivitelerden bir tanesi Sacromonte’ye gidip doğaçlama Flamenco izlemek. Gerçek çingenelerin, küçük mağara gibi yerlere kurdukları mekanlarda kendi Flamenco programlarına katılabilir, Sangrianızı yudumlarken aranızda bir metre olan dansçıların ayak hareketleri ve ritimleriyle sizi büyülemesini izleyebilirsiniz.
Granada gezinizin devamına Rhonda’yı eklemenizi tavsiye ederim. Rhonda klasik bir Endülüs şehri olup kesinlikle otantik bir dokuya sahip olmasıyla ünlüdür. Ayrıca Ernest Hemmingway’in “Çanlar Kimin İçin Çalıyor” kitabında geçen köprü Rhonda’dadır. Bu zindan köprüyü geçip olabildiğince bütün şehri turlamanızı tavsiye ederim.
Cordoba ile devam edebilirsiniz Endülüs Turunuza. Bu şehre geldiğinizde ise Cordoba denilince akıllara ilk gelen Kurtuba Camii’ni görmek olmalıdır. Bu caminin kiliseye dönüştürülmüş halini ve her insanın kendine özel yaptırdığı şapelleri görmenizi tavsiye ederim. Ayrıca bu caminin tarihi olarak yeri çok önemli olduğu için El Hamra’da olduğu gibi burada da kendinize bir tur rehberi ya da lokal rehber bulmanızı tavsiye ederim. İspanya’nın en güzel özelliklerinden biri de her yerde lokal rehber olmasıdır ve çoğu konuda yardımcı olmaya çalışırlar. Aynı sistemden ülkemizde de var ancak bazı ülkelerde bununla karşılaşmak pek mümkün olmuyor. Ayrıca dilerseniz bu şehre geldiğinizde Cordoba Flamenco gitarlarından alabilirsiniz el yapımı akustik gitar almak için en güzel yerlerden biri de burasıdır.
İspanya’ya kadar gelmişken Madrid’i görmemek olmaz deyip ünlü Netflix dizisi olan La Casa De Papel’in konu aldığı merkez bankasını ve rasathaneyi ziyaret edebilir, Grand Via’da alışveriş yapabilir ve güzel bir akşam yemeğiyle seyahatinizi bitirebilirsiniz.
Bütün İspanya’yı gezerken çok keyif alacağınızı söyleyebilirim. Bu geziden sonra en az bir sene bir daha katedral kilise veya herhangi Katolik tarihi eseri görmek isteyeceğinizi düşünmüyorum çünkü göreceğiniz bütün yerler sizi dini ve tarihi olarak genel kültür anlamında doyuracaktır. Boğasıyla, yelpazeleriyle, müzikleriyle, yiyecek ve içecekleriyle tadını damağınızda bırakacak dönüp dönüp gezmek isteyeceğiniz bir ülke olacaktır. Umarım bir gün yolunuz düşer. Keyifli seyahatler 😊.
(fotoğrafların tamamı bana aittir.)