Türk dahi ve matematikçi Cahit Arf’ın pek de dahice olmayan bir sözü vardır: “Bilim ve inanç iki ayrı unsurdur. Birleşirlerse devrim yapabiliriz.” Cahit Arf birçok konuda haklı olabilir ancak belli ki bunda değil. Bilim somut bir şeydir ve inanç soyut. Somut ve soyut kavramlar asla birleşemez veya beraber olamazlar: Siz hayalleri cetvelle ölçebilir misiniz?
Örneğin İslam dininde ve başka dinlerde bizim topraktan geldiğimiz ve geri oraya gideceğimiz söylenir ancak bilim bunun tersini söyler. Tabii ki, İslam dininden örnek vermek gerekirse, belki de yaşam kaynağımızın toprak olduğu söylenmek istenmektedir; bilemeyiz. Ancak birçok kişinin bakış açısını esas alırsak diyebiliriz ki bu fikir kısmen doğru kısmen yanlıştır. Evet, bizler gerçekten de evrimleşirken toprak ve içeriğinin yardımını çokça almışızdır fakat Darwin’e göre bizler, sudan geliyoruz aslında. Kısaca söylemek gerekirse, insanlar, okyanusun dibinde yaşayan ve başlarda fotosentez yapan nanometrelik bir mikroorganizmalardan geliyor; çamurdan değil.
Ancak dinin bilimden önce geldiği ve haklı olduğu birçok alan da var. Misal olarak astronomi bilimi Coğrafi Keşiflerden önce din tarafında bayağı ilerlemişti. İncil’in sayısız yıldız olduğunu söylemesinden ancak 1200 yıl sonra bir bilim adamının aklına geldi bu gerçek: Galileo. Galileo, Kilise’ye karşı savaş verdi yıllarca. Bu ikili, bilim ve dinin birleşemeyeceğinin en güzel kanıtıdır.
Fakat iki unsurun da çok önemli devrimler yaptığını ve birçok şeyi etkilediğini göz ardı edemeyiz. En kaba şekliyle bir insanın uzunca bir süre bir ağacın altında oturup aydınlanması desek, yoksa Vikingler ve Hristiyanlık mı desek… Papirüsün icadı mı desek, barut mu desek, yoksa robotlar mı desek… Ancak tarih kanıtlamıştır ki bu ikisi asla beraber devrim yapamaz ve ancak birbirlerine karşı olduklarında devrim yaparlar. Dan Brown’un “Melekler ve Şeytanlar” kitabını okursanız beni daha iyi anlarsınız.
Yapılan devrimlerin, hem ilim hem de din, ne kadar etkili olduğunu anlatmak isterim size. Rönesans, Reform ve skolastik düşüncenin çöküşü bilimin üstünlüğünü sağladı Avrupa’da. İnsanlar Orta Çağ’ın katil kralları ve feodal yönetimlerinden başta Fransa olmak üzere kurtuldular ve gerçek demokrasi ile tanıştılar. Tıpta veba salgınından sonra adeta “yeniden doğuş”a gidildi, İngiltere’deki Sanayi Devrimi sonrası insanlık yeniden çağ atladı… Bütün bunlar ilmin devrimidir.
Dinler hiç devrim yapmadı desek çok kötü yanılmış oluruz elbet. İslam’ın peygamberi geldikten sonra Arap Yarımadasında devam eden çatışmaların sona ermesi dinin etkilerine güzel bir örnektir. Daha sonra Emeviler ve Abbasilerin Avrupa ve Batı Asya’da uzun yıllar hüküm sürmesi de bu devrimlerin cabası. Ayrıca Hristiyanlıktan sonra Roma İmparatorluğu’nun inanılmaz değişimi ve de Türkler dahil birçok ırkın Müslümanlığa geçişi ve Osmanlı gibi büyük imparatorlukların resmi dini olması da hem dine hem devlete güç kazandırdı.
Mustafa Kemal Atatürk, ilmi mürşit, kılavuz olarak alması çağımızın bilime yönelmesi gerektiğini en güzel şekilde kanıtlamıştır. O bilimi, fenni kullanarak Türkiye’de devrim yapmış ve bir ulusun gidişatını değiştirmiştir. Pozitif bilimleri ve normatif bilimleri harmanlayarak dünya tarihinin daha önce görmediği bir başarıya ulaşmıştır.
İşte din ve bilimin tek başlarına neler yapabildiklerini en güzel şekilde kanıtlamış oluyor tarih. Tüm bunlara rağmen din ve bilimin beraber işlediği örnekler, fazlasıyla nadir olsa da, var: İslam Aydınlanma Çağı bu nadir olaylardan biri. Ancak belli ki bu iki unsurun beraber çalışması çok zor. Benim düşünceme göre bize düşen şey bilimi veya dini kılavuz alanları birbirine düşürmeden ve kaos yaratmadan huzur içinde yaşamak. Son olarak bilimin yanında sanata da önem vermemiz gerektiğini söylemek isterim: İnançsız yaşamak ise zordur elbet, fakat inanç din demek değildir.
İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.
– Hacı Bektaş Veli