Irmaklar gibi dolu dizgin akışkan olan dünya döngüsünde an gelir kendimizi ifade etmek için savaşırız ve eğer o savaşı kaybedersek sanki kanımıza virüs bulaştırmış gibi çökeriz.Bağışıklık sistemimiz yıkılır,tabiri caiz bir miktar da devrelerimiz yanar,moralimiz 65 yaş üstü düşen tansiyonlar gibi düşer…Hoş,melankoli de kimi zaman insanın en ihtiyacı olan şeylerden biri olabiliyor.Ancak,an gelir susarız.Çevremizi saran cehalet kokusu bizi boğarken bile susmanın doğru olduğunu düşünürüz.Belki de cehalet kokukusunu biz yayıyoruzdur ama olsun,varsın olsun…Öyle ya da böyle susarak daha çok ifade ederiz.Eğer biz yanlışsak susarak doğru gözükürüz ya da doğruysak da yanlışlar la çevremizi üzmemiş oluruz.Oysa,”Dost,acı söyler” diyen atalarımız bunu ne kadar doğru bulur bilemem.Lakin,eminim ki 21.yüzyılda yaşasalardı,eleştire kendini kapatmış hatta hatta eleştiri babında kastetmek istemediğimiz söylediğimiz sözler,iyi niyetli,güzel,masum sözler bile eleştiri olarak görülmeye başladı.Bütün dostlar,bütün ülke,bütün kıta,bütün dünya kendini kendilerine bırakmışlardır.Başkalarına ise kapıyı ancak övgüler de aralamışlardır.
Geçen gün bir kafe de otutururken duymuştum.Tahminimce 17 yaşlarında ikisi erkek,ikisi kız olmak üzere bir arkadaş grubu kendi aralarında konuşuyorlardı.Ben de geç kalmayı her ne kadar sevmesem de her yere geç kaldığım beni o günlük askıya almıştım,farketmeden.Her zaman geç kalan ben nasıl olduysa o gün erken varmıştım ve arkadaşlaarımı bekliyordum.İşte o esna da istemeden onlara kulak misafiri oldum.Kendimce detone sesiyle konuşan kızla arkadaşları arasında geçen şu diyalog dikkatimi çekmişti.
-Yazın bir çocukla tanıştım.Birbirimizi hiç tanımıyorduk gittiğimiz eğitim kampında karşılaştık ama çocukla konuşamıyorduk daha doğrusu konuşmuyorduk.Zaten birbirimizi de tanımıyorduk fakat onun benle ilgilendiği,benden hoşlandığı çok belliydi.
-Peki,nasıl anlaştınız.Sonuçta şu an 8 ayı doldu ilişikinizin.Anlatsana şunu doğru düzgün.(meraktan ziyade feyz almak için soruyor gibiydi.)
-İlk iki gün boyunca bakıştık işte.Sonra akşam arkadaşlarıyla bir yere gidecekmiş.Bakışlarla anlaşmaktan bir an olsun vazgeçip beni de çağırdı.İki satır bile etmeden beni akşam için çağırdı ve benden de iki kelime çıktı,”Olur,tabii.”.Akşam konuşulan vakitte buluştuk,4-5 kişilik bir gruptuk yine dedi ve gecenin sonuna kadar biz yine bakıştık ama gecenin sonunda gözlerimizin kurduğu bağı,iki kelime ile sonlandırdık.Diyeceğim o ki çekingen olmayın.Çekingen olmayacağım diye de illa konuşmak zorunda değilsiniz.Bazen tek bir bakış tonlarca güzel sözden daha çok anlam ifade eder.
Anlattığı şeyler doğru mudur bilemem ama başından geçen bir olay,susmaktan yana olan bir hikaye.
Bunun haricinde iki gün önce bir kitaba başladım.Martin Buber’mış yazarı kitabın adı ise Ben ve Sen ama oradaki sen İngiliz İngilizcesindeki Thou anlamında değil,daha yaygın,hafif olan you anlamında.Kitabın,Mukkadime Teşekkür(…-68sayfa) kısmının sonuna doğru bir yazı yazıyordu.Ve sözler özeten şöyleydi:
-Sözler iletişim yapılacaksa eğer bir yerde ses ahengi çok önemlidir.Sözcüklere yapılacak vurgu katılacak anlam olmadığı sürece denilen şeyin latife mi yoksa ciddi mi olduğunu anlayamayız.Bu da yanlış anlaşılmalara yol açabilir.
Uzun hikayenin kısası,yaşadığımız anlar ve bize hissettirdikleri en büyük yol göstericimizdir,konuşmak ya da susmak arasında kaldığımız çelişki de.Susarak da insanlar iletişim kurabilir ama eğer o an konuşulacaksa kelimeler kifayetsiz kalmamalıdır.