Herkes ikinci bir şansı hak eder miydi? Yoksa kalp zaten affetmeye neden aradığı için kendini mi kandırırdı? Pişman olmak ‘keşke’ demekten daha mı iyiydi?
Hayatımda ilk defa birini bu kadar çok sevmiştim. Gözlerinin sade kahve rengi başka kimsede yokmuş gibi anlamlı, taktığı o gözlük dünyada ondan başka kimse gözlük takmıyormuş gibi özel, sarılışı dünyalara bedeldi. Hayatımın en özel anlarını onunla yaşamış, birini her an düşünmenin ne demek olduğunu görmüştüm. İlk kez birine kuşkusuz güvenmiş, dünyayı ardından gördüğüm duvarlarımı süresiz kaldırmıştım. Ama en çokta onunda beni sevdiğine inanmıştım.
Hayatımdan bir anda çıkıp gideli tam üç ay olmuştu. Onun hayatından öylesine geçip gittiğimi bana fark ettireli tam üç ay olmuştu. Bu üç ay beni kendimi tanıyamayacak hale getirmişti. Aynaya bakmaktan nefret eder olmuştum. Bu durum üstümde fark edilecek bir etki bıraktığından çevremdeki insanlar bana adımla hitap etmedikleri kadar acıyan gözleriyle iyi misin sorusunu yöneltmeye başlamışlardı. Radyoda çalan bir şarkı, aynı samimiyetle bakan bir çift göz, birbirimize aldığımız şiir kitabının içinde geçen herhangi bir şiir, nefeslerimiz yan yana olduğu tarihler hepsi birikmişti. İçimde tutamıyordum artık, aklımdan da çıkaramadığımdan bir deftere yazmanın belki işe yarayabileceğini umut etmiştim. Yaramadı da diyemem beni biraz olsun rahatlatmıştı doğrusu. Ta ki o güne kadar.
‘Dışarda deli gibi yağmur yağıyor, taksi çağıralım.’ Normalde yürüyerek beş dakikada yürüdüğümüz yolda adım attırmayacak kadar yağmur yağması o gün oraya gitmemem gerektiğinin işaretiydi belkide. Ama ben onu tek başına bırakamazdım. O dediğim en yakınım; kan bağımız olmasa da kardeşimdi. Hayatıma dört sene önce kavga edişimizle girmiş o günden beri çıkmamıştı. Benim için çok özel ve çok güzeldi. Siyaha kaçan koyu kahverengi özenli saçları, upuzun kirpikleri, o kirpiklerin özenle koruduğu gözleri ve uzun boyuyla çok güzel bir kızdı bana göre. Doğal olarak bu süreçte de en çok yanımda olan o olmuştu. Taksi nerdeyse her günümün geçtiği alışveriş merkezinin kapsının önünde durduğunda yağmurdan sırılsıklam olmadan içeri girmek için kapıya doğru koşuyorduk. Aramadan geçtikten sonra kafamı kaldırmamla yerime çakıldım.
Bu gerçek miydi? Cidden karşımda mı duruyordu. Neden buradaydı? Çok geçmeden o da beni fark etmişti. Aynı şaşkınlık onun yüzüne de oturmuştu. Kafamı biraz yana çevirmemle en yakın arkadaşını görmem bir oldu. Ne yani bizi barıştırmak için mi getirmişlerdi buraya? Bu düpedüz saçmalıktı. Çok geçmeden yanımıza geldiler. Bize doğru attıkları her adım kalbimin atışını kat ve kat hızlandırıyordu. En yakınlarımız selamlaştıktan sonra bizim ne düşündüğümüzü umursamadan sinema katına doğru bizi sürüklemeye başladılar. Gişede sıra bize geldiğinde ‘ 4 bilet alabilir miyiz?’ cümlesini duydum. Ve işte bu cümle benim sabır kotamı dolduran altın vuruş olmuştu.
Sinema salonlarına doğru ilerlerken sinirden gözlerim dolmuştu. 3 aydır neler yaşadığımı en iyi o biliyorken neden bunu bana yapıyordu. Bu soruyu ona da sormaya karar verdiğimde sinemanın tuvaletine doğru ilerlemeye başladım. Sorduğum soruya bir şey diyemedi zaten bende çok geçmeden yere çökmüş göz yaşlarımı serbest bırakmıştım. ‘Aptallık etme bu fırsatı aylardır bekliyorsun bu şekilde elinden kaçıp gitmesine izin mi vereceksin?’ dedi haklıydı da. Çok geçmeden alışık olduğum parfüm kokusu burnuma doldu. ‘ Biraz konuşabilir miyiz?’ 3 saatin ardından ‘sadece bana bir şans daha ver çıktı’ ağzından. Peki ya herkes ikinci bir şansı hak eder miydi?