İstesek de istemesek de neredeyse hayatımızdaki her şeyi para kontrol ediyor. Yaşam koşullarımız, sahip olduğumuz eşyalar, ne yiyip içtiğimiz, hatta sosyal ortamlarımız bile ne kadar paraya sahip olduğumuzla bağlantılılar. Para kazanmak da kolay bir şey olmadığı için neye harcadığımıza önem veriyoruz, sahip olduklarımızın olabilecek en yüksek kalitede olmasını istiyoruz. Sonuçta bizi diğer hayvanlardan ayıran faktörlerden en önemlilerinden biri sadece hayatta kalmakla yetinmememiz. Her zaman daha iyisini istiyoruz. Peki, bir şeye ne kadar para döktüğümüz onun kalitesini cidden etkiliyor mu?
Fiyatlar işin özünde oldukça karışık bir konu. Neyden bahsettiğimize, bulunduğumuz döneme göre değişen belki yüzlerce etken vardır fiyat üzerinde. Ama fiyatla kaliteyi bu kadar bağdaştırmamızın sebebi ilk bakışta oldukça mantıklı geliyor. Yapımcı firmalar da satılan ürünler için gereken malzemeleri ağaçta yetiştirmiyor, onlar da satın alınıyor. Malzemenin kalitesi arttıkça bulunurluğu azalıyor, o da fiyatları artırıyor. Daha pahalı malzemelerden de daha pahalı ürünler ortaya çıkıyor. Bunların üstüne de üretim sürecinin maliyetleri ve onun kalitesine bağlantısı olan faktörler de koyulabilir. Bu tamamıyla yanlış bir çıkarım olmasa da bunlardan çoğu zaman daha etkili olan bir şeyi atlıyor: markalar.
Aynı maliyette ve kalitede olan iki üründen birine sadece bir logo koyarak aradaki fiyat farkını katlayabilirsiniz. Bunun en tanıdık gelebilecek örneği belki de iPhone. En yeni iPhone için en çok reklamı yapılan özellikler genellikle kamera kalitesi ve telefonun kapasitesi oluyor. Ama çoğu zaman fiyatları karşılaştırdığınızda aynı parayla çok daha kaliteli bir kamera ve tamamen işinizi görecek bir telefon alabiliyorsunuz. Onu da telefonunuzun tamamen kullanılamaz hale geldiğini varsayarak söylüyorum, muhtemelen yeni çıkan bir iPhone’u hemen alacak kitlenin büyük bir çoğunluğu zaten tamamen yeterli bir telefona sahiptir. Benzer özelliklere sahip olan diğer telefonlarla karşılaştırınca yine kayda değer bir fiyat farkı oluyor. Yani sonuç olarak kalite değişmeden sadece marka farkından fiyat ciddi bir şekilde oynayabiliyor.
Bunlar dışında fiyatı inanılmaz şekilde etkileyip kaliteyle uzaktan yakından alakası olmayan bir faktör daha var. Belki arada internette gezinirken veya televizyonlarda haberlerde görmüşsünüzdür, eski bir çizgi roman veya oyun kartı bazen milyonlara satılıyor. Hemen hemen hepsi internet üzerinden hiçbir şey ödemeden ulaşabileceğimiz içerikler, ama koleksiyoncular için değerleri oldukça yüksek. Örneğin var olan en kaliteli gitara yaklaşık $3000 karşılığında sahip olabilirsiniz. TL’ye çevirince biraz yüksek gelebilir fakat o ürünün kendisinden daha çok bizim ekonomik durumumuzla alakalı. Bu fiyatın üstünde olan da birçok gitar var ama neredeyse hiçbiri aynı kaliteye sahip veya daha üst kalitede değil. Çoğu zaman 10 katı fiyatına 70 yıl öncesinden kalma nadir bir ürün oluyor. Yani Tetris’in Sega Genesis için yapılan versiyonunun da $1.000.000’a satılması diğer tüm versiyonlarından daha iyi olması değil, sadece 10 tane üretilmiş olması.
Hepimiz her şeyin en iyisine sahip olmak istiyoruz. Tecrübe olmadan da en kolay değerlendirme yolumuz fiyat oluyor. Fakat bir şeyi alırken kalitesinden dolayı gereken parayı vermeye mi razı oluyoruz, yoksa para verdiğimiz için kendimizi bunun kaliteden kaynaklı olduğuna mı inandırmaya çalışıyoruz bir düşünmemiz lazım.