Nefes nefese uyandım. Güneş henüz doğmamıştı. Tekrar uykuya dalabilmek için uğraştım fakat gördüğüm rüyayı aklımdan çıkaramıyordum. Daha önce bulunmadığım bir yerdeydim. Etrafımda tren raylarından ve yaşlı bir adamdan başka kimse yoktu. Uzun bir süre kıpırdamadan adamı izledim. Adamsa boşluğa dikmişti gözlerini. Bu sakin dakikaların ardından usulca raylara uzandı. Kafasını da yerleştirdikten sonra hareketsiz kaldı. Bunun üstüne panikleyip adamın yanına koştum ama adam beni ne görüyor ne de işitiyordu. Kaldırmak için kolundan tutup çekmeye çalışıyordum ama adama dokunamıyordum bile. Aniden tren sesi yükseldi. Ses o kadar güçlüydü ki birkaç saniye içinde kulaklarımda ince bir acıya dönüştü. Engel olamadım. Acı dayanılmazdı. Ve tam o an uyandım. Trenin yaşlı adama çarptığını dahi görmemiştim ama çarpmadan önce yaşadığım panik hızlı kalp atışlarım için yeterliydi.
Yatakta birkaç kez döndükten ve başarısız uyku girişimlerimden sonra mutfağa gittim. Evin içinde ses olsun diye kumandadan öylesine bir tuşa basıp mutfağa yöneldim. Buzdolabını açmamla gözlerim de fal taşı gibi açıldı. Televizyonda yetmiş üç yaşındaki adamın tren raylarında gerçekleşen intiharından bahsediliyordu. Tanımlayamadığım bir duygu kapladı bütün vücudumu. Bu tuhaf ve tesadüf olmasını umduğum haberin bende yarattığı etkiden kurtulmak için tekrar uyumaya zorladım kendimi.
Ve ardından pişmanlıkla uyandım. Yine aynı adamı görmüştüm rüyamda bu sefer bana bir isim söyledi onu mutlaka bulmam gerektiğinden bahsetti. Ve ardından tebeşirle yere büyük bir saat çizdi. Akrep ve yelkovan saat altı buçuğu gösteriyordu. Uyanır uyanmaz internette bana verdiği ismi aradım. İsim meşhur bir din adamına aitti. Kendi kendime daha önce bir yerlerde bu adamı duymuş olabileceğimi söyleyip durdum.
Günüm sakin ve sıradandı. Taa ki işten çıkana kadar. Ofisten çıkışımla süratle gelen arabanın ufak bir çocuğa çarpışına şahit olmam bir oldu. Acil servisi aramak için telefonu elime aldım fakat dikkatimi çeken şey başkaydı. O duygu tekrar bütün bedenime hakim oldu. Korku. Saat altı buçuğu gösteriyordu. Geceyi çocuğun ailesiyle hastanede geçirdim. İçimde açıklayamadığım bir sorumluluk duygusu vardı.
Din adamına ulaşmalıydım adamın başına bir felaket gelebilirdi ve bunu engellemek benim elimdeydi. Adamın bir kabileye mensup olduğunu ve bu kabilenin Sibirya’nın kuzeydoğu ucunda olduğunu öğrendim. Fazlasıyla uzaktı. Fakat söz konusu olan birinin hayatıydı. Soluğu havaalanında aldım. Adama ulaşmam ise birkaç günümü aldı. Günümüzde hala soyunu sürdüren ilkel kabilelerin varlığından bihaberdim. Defalarca kez geri dönmeyi düşündüm. Olan biten her şey fazlasıyla ürkütücüydü ama geri dönemezdim. Pes etmemeliydim.
Adamla konuşmak istediğimi söylediğimde bana olan bakışları öyle ürkütücüydü ki her an sırtlarındaki yaya bir ok takıp bana yöneltecekler gibi hissetmiştim. Uzun bir bekleyişin ardından adamla konuşmama izin verdiler. Adama olan biten her şeyi anlatmaya başladım. Sözümü bitirdiğimde adam dudaklarını araladı ve yanındaki kadına dönerek “Lanetliyi öldür!” dedi. Bunlar duyduğum son sözlerdi.