Her şeyden nefret ediyorum. Kendimden, etrafımdan, sahip olduğum hayattan… Benim hiçbir zaman bir ailem olmadı, bu gidişle olacağını da pek sanmıyorum. Ben bir yetimhanede doğdum. Buraya neden bırakıldığımı, ailemin hayatta olup olmadığını bilmiyorum . Kayıt defterinde benimle ilgili hiçbir bilgi yoktu. Sayfaları karıştırıp bir şeyler bulmak umuduyla saatlerce o siyah pufun üzerinde oturduğumu ve en sonunda hiçbir şey bulamayınca ağlamaya başladığımı hatırlıyorum. Nereden geldiğimi asla bilemeyeceğim, geçmişim benim için hep bir soru işareti olarak kalacak. Hayatta belirsizlik kadar kötü bir şey yoktur, ben bu izlenimleri daha çocukken edinmiştim. Başka çocuklar evde huzurlu bir şekilde oyuncaklarıyla oynarken benim aklımdan tonlarca soru geçiyordu. Ama kendimi avutmak için hep bir sözüm vardı. Kendimi ne zaman yalnız hissetsem ya da ağladığımda kendime bu sözü söylüyordum : ” Geçmişini bilmiyorsun ama geleceğin senin elinde onu istediğin gibi şekillendirebilirsin ” Daha 7 yaşında bir kız olmama rağmen hayat birçok şey öğretti bana. Kaldığım yurt soğuk, her yer siyahlarla kaplıydı. Ama aslında nasıl göründüğünden emin değilim belki benim ruhum karanlık olduğu için ben de her şeyi siyah görüyorum dur, kim bilir ? En yakın arkadaşım da yakında gidiyor, bir aile onu evlat edinecek. Ama onun adına mutluyum, kurtuluyor buradaki hayatından. Artık duvarlar üstüne üstüne gelmeyecek, birisi sanki onun boğazını sıkıyormuş gibi hissetmeyecek. Elveda sana da hayatıma girmemiş olan aileme dediğim gibi elveda .
Birisi bana yurttaki o karanlık günlerini özleyeceksin dese kahkahalarla gülerdim. Ama hayat bana bir şey daha öğretti: Beterin de beteri varmış. Arkadaşım yurttan ayrılalı bir hafta olmuştu ve şimdi sıra bana gelmişti. Bir aile beni evlatlık edinmek istemiş tabii bana hiç sorulmadı, yönetim hemen gereken işlemleri yapmış. Daha dün buradan kurtulmak istediğimi kendime söylerken şimdi gerçekten de kurtuluyordum. Ama bu tuhaf sanki içimde bir şeyler oluyordu. Bunları hissediyor ama ne olduklarını anlayamıyordum, belki zaman geçtikçe bunların ne olduğunu anlayacaktım. Yeni evime gittim aslında ev sayılmazdı, burası derme çatma bir yerdi. Tek odalı bir evdi ve insanı bunaltıyordu. Bu evde aylarca temizlik yapılmadığı belliydi, içerisi kötü kokuyordu. Kalan hayatımı bu evde harcayacağımı düşündükçe ağlamamak için yumruklarımı sıkıyordum. Bu insanlar beni ebeveyn olmak için almadılar, bu onlar için düşünülecek en son şeydir herhalde. Ben onlar için köle idim. Çaresiz, zavallı, kimsesiz bir köle. Sabahları erkenden kalkıp kahvaltı hazırlıyordum sonra evi topluyordum. Kendimi bir yerleri silerken bir çamaşır yıkarken buluyordum. Sonra o kadın – asla anne demeyeceğim kadın – bana bu yaşta yapamayacağım görevler veriyordu. Akşam olunca bir köşedeki yatağıma girince her kemiğimin ağrıdığını hissediyordum, ruhum yetmiş yaşındaki bir kadının ruhuydu sanki. Daha ne kadar bu işkenceye dayanacağımı bilmiyordum. Daha sonra ise beni dövmeye başladılar, bazen yaptığım işi beğenmedikleri için bazen de sırf o gün sinirli oldukları için ve ben yurttaki günlerimi özlüyordum.
Sergüzeşt isminde elime bir kitap geçti, kitabı okudum. Her sayfayı çevirirken yüzümde bir şaşkınlık ifadesi oluşuyordu, sanki bu kitap beni anlatıyordu . Ama o kız, o korkunç evden kaçmıştı. Acaba ben de bunu yapabilecek kadar cesur muydum? Akşam olduğunda yatağımda dönüp duruyordum acaba yapabilir miyim diye ve bir anda kendimde bir güç hissettim, sanki biri beni sarsıyordu. Yatağımdan kalktım ve hemen hazırlandım ve evet işte kapının karşısındaydım. Kapıyı açmak için kolumu uzattım. Bu yaptığıma hala inanamıyordum. Gerçekten yapıyor muydum yoksa bir düşte miydim? O anda kendimi aç hissettim, ama aç olsam ne fayda olacaktı ki sanki buzdolabında bir şey var diye düşündüm. Daha iki gün önce o kadın sırf dolaptan bir elma aldım diye beni dövmüştü artık orada yiyecek olduğunu hiç sanmıyordum. Ama içimden bir ses bana dene diyordu. Etraf karanlıktı, önümü bile göremiyordu. Dışarıdaki sokak lambasından gelen ışıkla buzdolabının kapağını tuttum ve yarı kapalı gözlerle buzdolabını açmamla gözlerimde fal taşı gibi açılmıştı. Buzdolabının içinde çeşit çeşit yiyecekler vardı, en sevdiğim çikolatalı pasta bana bakıyordu. Hemen buzdolabındaki yiyecekleri çantama doldurdum ve kapıya doğru yöneldim. Kapıyı açtım ve artık dışarıdaydım . Her zaman söylediğim gibi ” Geçmişini bilmiyorsun ama geleceğin senin elinde , onu istediğin gibi şekillendirebilirsin.” Ve bunu yapmaya gidiyorum.