Kitabevi

Güneşli bir cumartesi gününde haftanın yorgunluğunu atıp dinlendikten sonra kendime biraz zaman ayırmaya karar verdim. Yalnız başıma vakit geçirerek sorumluluklarımdan biraz uzaklaşmak, birazcık da kafa dinlemekti amacım.
Hazırlanıp bir alışveriş merkezine doğru yola çıktım. Her zamankinin aksine yürüyerek gidecektim fakat ne kadar ilerlersem yol da o kadar büyüyordu gözümde. Hava birden serinlemişti. Hatta üşümeye bile başlamıştım. Sokaklar tenhaydı, etrafta adeta ölüm sessizliği vardı. Tedirgin olmuştum ve belki de bu yüzden bıktığım gürültüye hasret kalmıştım.
Alışveriş merkezine girdiğimde ilk yaptığım şey sıcak bir kahve almak oldu. Kahve, buz kesen ellerimi ısıtırken gezmeye başladım. Genelde kendime vakit ayırdığım zamanlarda bu tür yerlere gelmezdim. Açıkçası alışveriş merkezlerini sevdiğim söylenemez. Bazen kendimi dahi bu şekilde şaşırtabiliyorum.
Birkaç mağaza gezdikten sonra yeni açıldığını düşündüğüm kitabevine girdim. Loş bir ortamdı ve iç karartıyordu. kitap kokusunu sevdiğim kadar bir koku yok bu dünyada lakin orada bu kokuyu alamıyordum. Çok satanlar bölümüne gittim, tam elime bir kitap almaya yeltenmişken biri beni durdurdu. Biri değil, iki polis memuru! “Bizimle emniyete gelmek zorundasınız.” dedi bir tanesi. Nedenini sorduğumda “Orada öğrenirsiniz.” dedi diğeri. Bileklerimi kelepçelediler ve otoparka doğru ilerledik.
Otoparktaki sarı şeritler kaybolmuştu ve orada bulunan tek araç polis arabasıydı. Beni arka tarafa bindirdiler. Kitap çalmaktan dolayı suçlandığımı söylediler. İnanmayacaklarını bilsem de doğru olmadığını savundum. Otoparktan çıkarken elinde kitap bulunan bir adam gördüm. Elindeki, polislerin bahsettiği kitaptı. Avazım çıktığı kadar bağırarak gördüğüm adamın çaldığını söyledim. Adamı işaret ettim ve bakmadılar. Yalvarırcasına söylemeye devam ettim, beni dinlemiyorlardı bile. Emniyete ulaşana kadar hiç konuşmadılar ama ben de hiç susmadım.
Araba durdu ve “İnebilirsin.” dediler. Arabadan iniğimde karşılaştığım manzara iç açıcı değildi. Kocaman bir duvar üzerinde büyük harflerle “KAPALI CEZAEVİ” yazıyordu. Sorguya çekilmeden direkt beni buraya yollamaları oldukça tuhaftı. Doğrusu anlamlandıramadım. Yapmadığım bir suçtan dolayı hayatımın büyük bir kısmı harcanacaktı. Gerçi değil senelerim, bir saniyem bile gitse bu durumu kaldıramazdım.
İçeri girdim, bomboş bir koridordan geçtim. Koğuş kapısı açıldı, adımlarımı atarken gözlerin benim üzerimde olduğunu hissettim. Kötü gözler, çok kötü gözler… Köşeye doğru ilerledim. Yürürken bedenimi taşımakta zorlandığımı hissettim. Yavaş yavaş çöküyordum. Alnım damla damla ter akıtmaya başlamıştı. En sona vardığımda dizlerimin bağı çözülmüştü. Yatağa yığıldım. Ağlamak istedim ama yapamadım.
Çabucak gece olmuştu, gözlerimi kırpmamıştım bile. Ayak sesleri duydum. Ardında bana yukarıdan bakan bir çift göz. Kadın ürkütücüydü ve elinde bıçak vardı. Ne yapacağını tahmin etmem zor olmadı lakin neden yapacağını kestiremedim. Çığlık atmaya çalıştım ama sesim çıkmıyordu. Boğazıma ağrılar girene kadar zorladım. Ama nafile, bıçak karnıma saplanmıştı.
Gözlerimi açtığımda gördüklerime inanamadım. Geceleyin televizyon karşısında uyuyakalmıştım. Bütün olanlar bir kabusmuş. Gördüğüm en uzun, en acayip rüya olarak nitelendirebilirdim. Mutfaktan gelen annemin sesini duydum. Beni kahvaltıya çağırıyordu. Sofraya oturduğumdaki içimin rahatlayışı büyük bir tebessüme sebep olmuştu.

(Visited 53 times, 1 visits today)