Ekim-Kasım ayları arasında vizyona giren filmler bu yılın genel ortalamasını şekillendirip 2019 Mart ayında gerçekleşecek olan Oscar töreninde de Akademinin ve medyanın en beğendiği yapımları belirleyici bir rol oynadı. Bu yapımlar ülkemizde 2 haftadan daha uzun bir süre vizyonda kalamayıp kalitesiz yerli komedi filmlerine ise 3’er salon verilmesine kurban gitmiştir. Bazı filmler ise yeterince dikkat çekici olup kalitesi tartışılır olmasına rağmen popülaritesini korumayı başarmıştır.
A STAR IS BORN
Aynı isimli Janet Gaynor ile Fredric March’ın başrollerinde yer aldığı filmin 4. kez yeniden yapımı olan “A Star Is Born” uzaktan pek de ilgi çekici bir film olmamakla beraber Lady Gaga’nın başrol olduğunu öğrenmem filme gitme isteğimi daha da azaltmıştı. Bradley Cooper bu filmin senaryosunu yazıp yönetmeni olurken aynı zamanda diğer başrolü de olmuştur. Genelde komediyle uğraşan ünlü aktör bu filmle yeteneğini diğer dallarda da kullanabildiğini bir kez daha ispat etmiştir.
Filmin kısaca konusu ünlü bir şarkıcı olan Jack’in, yetenekli ve keşfedilmeyi bekleyen Ally ile karşılaşması ve iki bireyin de birbirlerine bağlanırken kişisel sorunlarıyla baş edip günümüz dünyasına ayak uydurmaya çalışmasıdır. Jack alkol ve diğer problemleri yüzünden kariyerinin sonuna yaklaşırken, Ally ise kariyerini Jack sayesinde başlatacak olan bir yıldız olacaktır.
Filmin medya ve Akademi tarafından takdir edilmesi günümüzde hala bazı değerlerin kaybolmadığına işaret ediyor. Bu yarı müzikal yarı dram türündeki film geçtiğimiz 20 yılda giderek değişen sinema sektörüne büyük bir katkı sağlayamayacak olsa bile en azından popüler olanın kazandığı bir dünyaya evrimleşirken sanat kullanımının da yitirilmeyeceğinin de bir örneği. Genel olarak baktığımızda Cooper’ın yönetmenliğini betimleyecek en güzel kelime “etkileyici” olmakla beraber filmin sinematografisi de bir o kadar profesyoneldi. Bestelenen şarkılar da bir o kadar hatırlanası ve güzeldi. Filmin beğenmediğim ilk etmeni Lady Gaga’nın oyunculuğu oldu. Tüm medya Oscar’lık bir performans olduğunu öne sürmesi yüzünden şaşırdığımı dile getirmem gerek. Kötü bir oyuncu değil ve büyük bir ihtimalle Oscar ödülünü kazanacak ama beğenmeyişimi doğal oyunculuğu ve mimik kullanımına yorumluyorum. Filmin bir diğer pek de alışamadığım ögesi senaryo oldu. Genel olarak iyi işlenmiş olsa da karakterlerin diyaloglarını çoğu zaman rahatsız edici ve basit bulmakla beraber gelişen olayların basit tutulduğunu düşünüyorum. Fakat belirli bir noktadan sonra senaryo kurtarılabilmiş. Ayrıca Jack’in abisini oynayan Sam Elliot filmdeki en iyi oyunculuğu sergilemiş olabileceğini eklemek istiyorum. Tüm bu etmenlerle birlikte A Star Is Born bu yılın en iyi filmlerinden biri ve ödül törenlerinde ilgi görüleceğini düşünüyorum.
FIRST MAN
LA LA LAND ve Whiplash adlı, belki de günümüz müzikallerinin en iyi örneklerinden olan sanat eserlerinin Oscar ödüllü yönetmeni Damien Chazelle’in, Neil Armstrong’un Ay’a ayak basan ilk insan olması ve bu zamana kadar ünlü astronotun bu görev uğruna kaybettiği insanları,hayatının gidişatını ve ailesiyle olan problemleri ele alıyor. “A Star Is Born” gibi ülkemizde pek ilgi görmeyen film Oscar öncülü olmasıyla göze çarpıyor. Ryan Gosling’in Armstrong karakteri alışılmışın dışında, kendini bir merak unsuru olarak gözler önüne serilmiş. Bazı düşük kalite yerli eleştiriler Gosling’in oyunculuk sergilemediğini öne sürüp, film boyunca duygularını kullanmadığını dile getirmiş olmalarına rağmen eğer Neil Armstrong’un karakteriyle ilgili kısa bir araştırma yapılırsa kendisinin de hayatı boyunca yaşadığı olaylar yüzünden pek de duygularını belli edebilen bir kişiliğinin olmadığı anlaşılabilir. Ryan Gosling tam olması gereken kişiliğe bürünmüş ve onun hislerini çok bir şey demeden de anlatabilmiş.
Chazelle renk paleti ve ışık kullanımında bir usta olduğunu bu filmde de göstermiş ve filme çok farklı bir hava katmış. Bir adamın herkes gibi ailesiyle olan sıradan sorunlarını onun karakterine bu kadar iyi işleyebilmiş, bir insanın Ay’a ayak basması denildiğinde filmde 2-3 dakika yer oluşturulabilecek sahneleri kendi tekniğini katarak anlatabilmiş ve böylece büyüleyici bir görsel şölen ortaya koymuş. Filmle ilgili tek rahatsız edici unsur kamera kullanımı olabilir. Filme gerici ve atmosferik bir ortam oluşturmak için amaçlanan kamera titremesi biraz fazla kullanılmış ve izleme zevkini bazen düşürebiliyor. Ama onun dışında yönetmenliğin ve diğer unsurların iyi olması filmi kurtarıyor. Özellikle filmde kullanılan ses düzenleme ve kurgulama teknikleri takdir edilmesi gereken türden. Seyirciye gerçek bir deneyim yaşatmayı amaçlamak yönetmenin ilk önceliği olmuş. Neil’ın eşi rolünde Claire Foy rol alıyor ve Janet Armstrong’u etkileyici bir şekilde canlandırıyor.
Filmin genel itibariyle güzel olup Oscar için önünün açık olduğunu söyleyebilirim. “En İyi Yönetmen, En İyi Sinematografi” gibi ödülleri kazanabileceğini düşünüyorum.
BOHEMIAN RHAPSODY
1970’te kurulan ve günümüze kadar birçok jenerasyon üzerinde etki bırakan unutulmaz rock gurubu Queen’i anlatan ve daha çok Freddie Mercury üzerine yoğunlaşan Bohemian Rhapsody, bu yılın değerli yapımlarından biri. Bryan Singer tarafından yönetilen ve Mr. Robot dizisinden de tanıdığımız yetenekli oyuncu Rami Malek’in başrol olduğu bu film Queen’in kuruluşundan grubun verdiği en önemli konserlerden biri olan Live Aid konserine kadar olanları anlatıyor. Filmdeki karakterlerin ve grubun yaşadıklarının bazı noktalarda kronolojik olarak doğru anlatılmaması ve bazı yerlerin atlanarak filmin uzun tutulmama çabası dışında filmin kısmen kötü denilebilecek bir tarafı Mercury’nin karakterini yansıtmakta birtakım zorluklar çekmesi. Freddie’nin filmde harikulade bir şekilde anlatılan şovmen tarafına göre, grup ve kendi içinde yaşadıkları şeyleri anlatım biçimi zayıf kalmış. Karakterlerin motivasyonlarını kısmen gösterse bile bu onları tamamen anlayabildiğimizi gösteremiyor maalesef. Fakat bu durumların çoğunu Rami Malek’in olağanüstü performansı ve müzikler bastırıp seyirciye kaliteli vakit geçirme olanağı veriyor. Grubun diğer üyeleri de bir o kadar iyi performanslar sergilemiş.
Filmde bazı yerlerin çok kısa bir şekilde işlenmesi bazı olayları öne çıkartmak için yapılmış ve filmin genel temposunu düşürmüyor. Bunun dışında, bazı kısımlarda senaryo tembellikleri fark ediliyor fakat bu etmenlerin çoğunu izlerken rahatsız olmadım. Bu yapımda güzel oyunculuklar, beklenildiği gibi etkileyici şarkılar, grubun yaşadığı zorluklar ve hayatında bir sürü terslik olmasına rağmen bunların hepsinin üstesinden gelen bir efsaneyi izlemek sizi etkileyebilir, size ilham verebilir ve bunların yanında size güzel bir film izleme zevkini tattırabilir. Genel olarak Bohemian Rhapsody ortalamanın biraz üstünde olan güzel bir film. Oscar’da 2-3 dalda adaylığa ulaşabileceğini düşünüyorum.
VENOM-MÜSLÜM-HALOWEEN-ANONS
Bu filmler hakkında konuşulacak çok bir şey olduğunu düşünmüyorum ve kısa geçmeye çalışacağım.
VENOM
Venom yapımcıları, içinde Tom Hardy gibi usta bir oyuncu olmasına rağmen bir çizgi roman filminin nasıl bu kadar kötü uyarlanabileceğini, bir seriyi daha ilk filminden nasıl yerlerde süründürebileceğini gösterdi. Tek özelliği eğlenceli olması olan bu film bundan başka hiç bir şey vadetmiyor. Seyircinin şaşırtıcı bir şekilde fazlasıyla ilgi duyduğu Venom’un beğenilme sebebinin popülariteden başka bir şey olmadığını düşünüyor, senaryonun nasıl yazılamayacağını ve sırf ilgi duyuluyor diyerek para kazanmadan başka bir amaç gütmeden nasıl potansiyellerin harcanabileceğini gösteriyor. Umarım ikinci filmde bu kadar kötü bir şey ortaya koymazlar diyorum ve daha iyi bir yapım olan Müslüm’e geçiyorum.
MÜSLÜM
Müslüm ülkemizde gişede büyük başarı elde etmiş, Müslüm Gürses’in hayatını ve yaşadıklarını konu alan bir yapımdır. Filmde “sözde yaşadığı” bir etmeni filmi izleyecekler için sürprizi bozmamak adına söylemeyeceğim ve tek konuluş amacının dikkat çekmek ve duygusal bir şok yaratmak olduğunu düşünüyorum. Bunun dışında yönetmenin çoğu sahne açısından kararsızlığı göze çarpıyor. Her sahnede o kadar fazla açıyla çekilmiş ki bir film izliyormuş havası alamıyorsunuz. Bunun dışında senaryo güzel işlenmiş sayılabilir. Filmde pek fazla sinematografik teknikler kullanılmaya çalışılmamış. Filmin amacı çoğu zaman Müslüm Gürses’in hüzünlü olan hayat hikayesini anlatmak olmuş. Genel olarak ortalama bir film olduğunu düşünüyorum.
HALOWEEN
Haloween’in yeniden yapılmaya başladıktan sonraki 3., toplam 11. filmi olan Haloween herkesin istediği etmenleri seyirciye verip onları sanatsal anlamda ortalama tekniklerle harmanlayarak bize gerici ve bir o kadar da eğlenceli vakit geçirtmeyi başarıyor. Sinemada izlenmesi gereken korku janrasına katkıda bulunan bir yapım. Serinin önceki filmlerine göre farklı bir alternatif zaman çizgisi daha oluşturup bu sefer biraz daha tutarlı olmayı başarıyor. Senaryo her ne kadar ortalama bir korku filminden iyi olsa da serinin para amaçlı devam ettirilmesi ve pek de tutkuyla yapılmadığının belli olması filmi izlerken aklımda bulunan bir unsur olduğu için pek de etkilenmediğimi söylemeliyim. Yine de sinema evreninde önemli bir yeri olan korku teması için önemli ve ortalamanın üstünde bir film.
ANONS
Anons bu yılın iddialı bir yerli filmi olmakla birlikte şu ana kadar yurt dışında ülkemizden daha çok ilgi görmüştür. Film festivallerinde ödüllere layık görülen bu yapım farklı bir komedi/dram karışımıyla seyirciyi tatmin eden bir yapıya sahiptir. Konusuyla ilgili konuşmayacağım fakat diyalogların gerçekçiliği, görüntü yönetmeninin kadraj kullanımı ve filmin genelindeki unsurlar sizi sinemadan memnun bir şekilde ayrılmaya yöneltiyor. Venice Film Festival’da da ödül kazanan filmin Oscar’da yabancı film dalında aday olması muhtemel olabilir mi zaman gösterecek.
Ekim-Kasım arasında vizyona giren bu yapımlar hem seyirciler, hem medya için önemli yerlere sahipti. Kasım’ın sonuna doğru yine göze çarpan filmler çıkmasına rağmen bu yazıyı yazarken hepsini izleyememiş olmanın talihsizliğiyle onlardan bahsedemedim ama bu iki ayın 2018’in genel durumuyla ilgili bize ipuçları verdiğini söyleyebiliriz. Kim bilir, belki 2016 yılının sonlarına doğru o yılın en iyi filmlerinin bazılarının çıkması gibi sürpriz bir olayla karşılaşırız.