Acımasızca devam eden bu hayatı anlık olarak durdurma ya da kısıtlı bir zaman aralığı süresince başka bir insanın zihninde hayatı deneyimlemenin ne kadar farklı olabileceğini düşünmeden duramıyordum. Başka insanların duygularını, sorunlarını, düşünme biçimlerini keşfedebilmek bunları gözle görür biçimde yaşamak, dünyadaki en zeki ama aynı zamanda tehlikeli ve gizemli bir varlık olan insanı sadece kendi görüş açımızdan değil genel bir bakış açısından keşfetmek gibi olurdu. Dışarıdan insanları incelemem ve kendimi bir anlık onların bulunduğu durumda olduğumu düşünerek empati kurmam içimdeki merak duygusunu oldukça kabartıyordu. Aklımı yiyip bitiren bu düşüncelere bir açıklık getirebilmem için zihnime uymaya karar verdim.
Yatağıma uzandığımda gözümün önüne dizilen rüya seçeneklerimin çoğu bir tür fantezi dünyası ya da felsefik, beynimin en uç noktalarını zorlayacak evren ve ötesi konulardaydı. Bilinçaltımın kendi diliyle oluşturduğu ve ne göreceğimi kendim planlayabildiğim sınırlı sayıda rüya seçenekleri… Fakat o gece ne görmek istediğimden emindim.
Sonunu göremediğim bir odadayım. Attığım her adım beni gizemini çözmem beklenen ortamlara götürüyor. Attığım ilk adımda karşılaştığım görüntü çöküntünün resmedilmiş hali. Etrafımdaki atmosferin gücü bulunduğum ortamdaki hüzün ve pişmanlık duygularını içimde hissettiriyor. Bu tarif edilemez bir psikolojik baskı gibi. Hiçbir fiziksel temas yok ama içten hissettirdikleri vücudumu kor bir ateş gibi sarıyor. Daha önce hiç hissetmediğim kadar yoğun hissediyorum bu duyguyu.
Hoşnutsuz adımlarım beni geriye doğru itiyor ve kendimi acıdan kurtulmuş bir durumda buluyorum. Burası bana kendi iç dünyamdan daha farklı şeyler çağrıştırıyor. Karşımda ilerleyip giden insan topluluğu benim varlığımızı sorgulamama yol açıyor. Kendimde fazla gördüğüm merak duygusu yerini görüp görebileceğim her şeyi yeniden tanıma ve keşfetme duygusuna bırakıyor. Şaşkınlığımın doruklarında hissediyorum kendimi. Gördüğüm en basit ve temel görüntülerden bambaşka anlamlar çıkarıyorum. Sanki işlevlerini hiç bilmezmişim gibi. Karşılaştığım duygu küçük bir çocuk zihninin yetişkin bir beyinde hayat bulmasını tanımlıyor bana. Adımlarım ilerledikçe her şey değişmeye başlıyor yeniden.
Sokaklarda dolaşarak ailesine katkı sağlamak için para kazanmaya çalışmasıyla büyüyen bir çocuğun zihnine götürüyor beni. Benim tattığım gerçek hayattan uzak ,hayatın acımasızlığını tadarak dünyaya uyanmış gerçek bir hayat . İçimi kemiren hüzün hissiyle elimden geleni yapmaya gayret gösteriyorum o hayatta. Bir anda kendimi, bana kavgalı geçen günlerimizi hatırlatan, eşimin zihninde buluyorum. Karanlık ve aydınlık tarafı birbirinden ayıran o kırmızı çizginin sol tarafındayım, karanlık taraf. İçimdeki o kötü duyguların kurtarıcısı gibi gözüken bir telefon görüyorum çizginin öteki tarafında. Özlem, hüzün, keder gibi dayanma gücümü sınayan duygulardan kaçarak telefona ulaşmak istiyorum. Bulunduğum ortamın etkisiyle içimde hissettiklerim, bana kendi duygularımı hatırlatıyor ve o telefona bir kez daha ulaşmak isteğiyle var gücümle çizgiyi aşarak telefonu elime alıyorum.
Alarm sesiyle uyandığımı düşündüğümde sesin aslında bir telefon çağrısından geldiğini fark ettim. Vücudum ter içinde kalmış bir halde uzandım ve dolu gözlerle açtım telefonu. Duyduğum ses, içimi ısıtan kavuşmak istediğim insanın kolları gibi sardı beni. İçimde bana bir şeylerin yolunda gitmediğini kanıtlayan duygular zaferlerine ulaşmış gibi gözüküyorlardı.
O an kendimle ilgili bir şey fark etmiştim. En nefret ettiğim duygularımdan birinin de “küs kalmak” olduğunu. Sevdiklerimle aramdaki duvarın ne kadar rahatsız eden bir duygu olduğunu. Uyanmadan önce önce öğrendiğim son şeyi, söyleyeceği ilk cümleyi, onunla beraber tekrar ettim. “Seni seviyorum.”