İki Kadının Ağzından

Kapalı bir Ekim sabahı aynı hastanenin loş koridoruna adımını attı aynı yaştan iki kadın. Yataktan kalkmalık bir sabah değildi o ekim sabahı. Güneş sineye çekilmiş, hava kuru. Süreya’nın kuşları bile uçmaktan bıkmış sanki, öylesine lezzetsiz öylesine boş bir sabah.

İçeride yaşanan derin acıyı dünyaya salıvermekten korkarcasına sımsıkı kapalı duran kapı hafifçe aralandı ve dar aralıktan Melin’in ince silueti göze çarptı. Almış olduğu haberden mi sabahın tatsızlığından mıdır meçhuldür ki Melin’in gözleri çökmüş, zaten ziyadesiyle çıkık olan elmacık kemikleri daha da belirginleşerek yüzünü korkutucu bir ifadeye büründürmüştü.

Melin

Zorlanarak attığım ağır birkaç adımın ardından kursağıma saplanan ağrıyla bekleme koltuğunun kenarına tutundum. Orada ne kadar kaldım bilemiyorum zira beni ayıltan şey arkamdan gelen ince kadın sesi oldu: “Hanımefendi iyi misiniz?”. Yavaşça arkama döndüğümde karşılaştığım iri, kahverengi gözler bana bir yerlerden, belki de kendimden tanıdık geliyor gibiydi. Hafif bir baş hareketiyle geçiştirdim ve biraz dikkat edince yüzü dışında her yerinin dövmelerle kaplı olduğunu fark ettiğim bu kadının bir müddet önce çıkmış olduğum odaya girişini izledim.

Hastanenin soluk gri basamaklarını inerken aklımdan geçiyordu olanlar ve olacaklar. İndiğim her basamakla biraz daha kabulleniyordum sanki. İçimdeki kendime karşı olan öfke biraz daha diniyor, yerini normal olmayan bir hissizliğe bırakıyordu. Doğuştan bu şekilde olduğumu söylemişti doktor ya, ben sebep olmamıştım buna. O halde kendime kızmak anlamsızdı, belki üzülmek de öyle.

Kapıdan dışarıya adımımı atmamla ılık rüzgar yüzümü yaladı. Ayaklarımın beni nereye götüreceğini bilmiyor, bunu pek umursamıyorken hastanenin ilerisindeki çocuk parkında olduğumun farkına vardım. Dünyaya bir çocuk hediye edemeyeceğimin haberini aldıktan sonra sonumun bir çocuk parkında bitmesini ise ne olarak adlandıracağımı bilemedim. İroni? Kader? Belki de tanrı bana bir şeyler hatırlatmaya çalışıyordu.

Esra

Sıkıntıdan yaklaşık yarım saattir içerisinde beklediğim hastane koridorunun yerindeki desenleri ezberlemeye başlamışken birkaç gün önce otobüsün ortasında bayılmamla Sevim’in zorla randevu aldırmış olduğu doktorun kapısı açıldı. Dışarıya uzun, uzun olduğu kadar da solgun ve ince bir kadın adımını attı. Gözlerim vücudundan yüzüne çıktığında yüzünde yaşama dair hiçbir belirtinin olmadığını fark ettiğim bu kadını incelemeye dalmışken kadın güçsüz birkaç adım atıp düşeceğini anlamış olacak ki oturduğum koltuğun kenarına onu hayatta tutan son şeymişçesine tutundu. Yorgun olabileceğini düşünerek doktorun odasına girmek için hafifçe ayaklansam da kendimi o gidene kadar beklemeye mecbur hissettim. Birkaç dakikanın ardından hala orada durduğunu gördüğümde ağzımdan “Hanımefendi, iyi misiniz?” sözleri döküldü. İri, kahverengi gözlerini bir müddet üzerimde tuttuktan sonra hafif bir baş hareketi ile onayladı ve merdivenlere doğru ilerledi.

Doktor bana bilmediğim bir şey söylemedi, çok geçmeden tekrar gri gökyüzünün altındaydım. Nereye gideceğimi bilmez şekilde fevri adımlarla yürürken birkaç dakikanın ardından kafamı kaldırdım ve önümde bir çocuk park gördüm. Şimdi 3. ayını doldurmuş bir parçam olan bu çocuktan kurtulmama ramak kalmışken sonumun bir çocuk parkında bitmesini ise ne olarak adlandıracağımı bilemedim. İroni? Kader? Belki de tanrı bana bir şeyler hatırlatmaya çalışıyordu. Biraz nefes almak için boş bir bank buldum çocuk parkında. Evet, kulağımda çınlayan çocuk seslerini ayırt etmek güçtü ama zaten bunun bir önemi yoktu. Bu düşünceler zihnimi meşgul ederken gözüm ona takıldı. Aynı iri, kahverengi gözlerle tekrar karşılaşacağımı hiç düşünmezdim. Anlam veremediğim bir içgüdüyle doğruldum ve kahverengi gözlerinde bilmem gereken bir şeyler sakladığını düşündüğüm o kadına doğru ilk adımımı attım ve o adım hayatımı değiştirecek olan adımdı.

(Visited 59 times, 1 visits today)