Eğer bir sihirli değneğim olsaydı ve dünyayı değiştirebilecek gücüm olsaydı, değiştireceğim bir çok şey olurdu. Hem kimin olmazdı ki? Ama işte asıl sorun da bu, kimin olmazdı ki?
İnsanoğlu hep farklı şeyler ister, tatmin edilmesi biraz zor varlıklarız. Bu yüzden savaşlar, göçler, ölümler ve haksızlıklar var. Tatmin olamıyoruz ve hep daha fazlasını istiyoruz. Açgözlülük gözlerimizi o kadar bürümüş ki, bazen bu yolda karşımızda ne olduğu ya da bizi engelleyen şeyler pek bir şey ifade etmiyor ve bu engelleri aşmak için kullanabileceğimiz her şeyi kullanıyoruz ve sonuçlarını pek umursamıyoruz.
Daha fazla şey istemek kötü değil, eğe insanoğlu daha fazla şey istemeseydi, daha fazla merak etmeseydi, daha fazla öğrenmek istemeseydi, daha fazla daha fazla hep daha fazla olsun istemeseydi birçok kaynaktan yoksun kalabilirdik.
“İnsan, etrafındaki evreni beş duyusuyla keşfeder ve büyük bir bilim macerasına atılır.” Edwin P. Hubble böyle söylemiş, insan böyle böyle keşfeder ve maceralara atılır. Bu yüzden azıcık açgözlülüğün kimseye bir zararı yok.
Ancak biz azıcık açgözlülükle kalmıyoruz, bu yüzden bunu değiştirirdim. Bunu değiştirirdim çünkü daha az açgözlülük daha çok uzlaşma getirirdi. Uzlaşmanın olduğu yerde huzur daha çok olurdu, yaşamak insana daha büyük keyif verirdi.
Şöyle bir düşünüyorum, acaba savaşlar her zaman kötü müdür diye? Aslında evet Atatürk “Savaş zorunlu ve hayati olmalıdır… ulusun hayatı tehlikeye girmedikçe, savaş bir cinayettir.” diyerek savaşların bizi yıprattığını ve zayıflattığını belki de olabilecek en güzel şekilde yansıtmıştır. Ancak bana kalırsa her zaman da böyle değil; savaşlar bazen çok zayıflamış ve artık yürüyemeyecek durumda olan fikirler ve yürünmeyecek yolların yıkılıp yerine yeni ve belki de daha iyi bir şeylerin inşa edilebilmesi için yol da açarlar.
Bu yüzden savaşları tamamen ortadan kaldırmak bana ne kadar mantıklı gelirdi bilemiyorum. Ama mantıksız ve bencilce nedenlerden çıkan her karşıt düşünceyi ortadan kaldırırdım. İnsanların kendilerini düşünmeleri ve bencillik arasındaki farkı öğrenmelerini sağlar ve egoistliğin onlara çok dağlar denizler katmadığını gösterirdim.
Okuma-yazma seviyesini olabildiğince arttırırdım, insan okudukça yaşar yazdıkça gelişir çünkü. Eğer dünyamızda okuma-yazmayı ya da düşünmeyi hatta doğrusu doğru düşünmeyi bilen insan sayısı artarsa, yaşamayı ve de yaşadığımız yeri daha çok severiz. Daha az stresli ve daha çok mutlu oluruz, mutlu oldukça da taşırırız; herkese bulaştırırız.
Mutluluğu, sevgiyi ve aşkı yayardım. Onlar da virüs gibi her yere aniden yayılsalar ne hoş olurdu değil mi? Etrafta melankoli, üzgünlük ve yalnızlık olmasa ve hep beraber gülerek eğlenerek güzel ve yaşaması daha zevkli ve daha mantıklı bir dünyada yaşasak. Rüya gibi değil mi?
Evet öyle, çünkü gerçekten bir rüya. Dünyamız bu seviyeye ulaşmak ve bu tür şeyleri öğrenmek için fazla toydur belki de. Ya da insan oğlu fazla kördür, görmekten korkuyordur yanlışlarını, oysa yanlışlardan korkulmamalı. Bizi biz yapanlar pürüzlerimiz ve yanlışlarımız, doğruyu gerçekten öğrenmek için tek yolumuz da yanlışlarımız.