Bomboş patika yol önümde akıp gidiyordu. İki tarafımızı sarı başak tarlaları çevrelemişti. Eski model ama işimizi gören arabamızın kliması bunaltıcı yaz havasına karşı koyamıyordu. Ben yolcu koltuğundaydım yanımda da o arabayı kullanıyordu. Camımı yavaşça açtım. Rüzgarın gürültüsü arabanın içini doldurdu. Derin bir nefes çektim. Artık özgürdüm ve yanımda o vardı. Kafamı sola doğru çevirdim ve kusursuz yüzünü gördüm. Aklım o yüzü ilk gördüğüm ana gitti.
Küçüklüğümden beri hayatımda bir baba figürü tam olarak olmamıştı. Çünkü babam kendimi bildim bileli her gün gece gündüz fark etmeden annemin zar zor kazandığı parayla içip eve gelip bizi döverdi. Küçükken ona ses çıkaramazdım ama büyüdükçe evden kaçmaya ona karşı çıkmaya başladım. Her seferinde bana katbekat daha fazla zarar veriyordu. Bir gün eve geldi, çok sinirliydi. Gözü hiçbir şeyi görmüyordu. Etrafı kırdı, döktü. Annem beni korumak içim alelacele dışarıya attı. Bütün gece dışarıda bekledim. Daha sonra komşumuz fark etti beni. Polis çağırdı. O gün annemi son gördüğüm gündü. Babam cezaevine ben ise çocuk esirgeme kurumuna gönderildim. On iki yaşındaydım oraya gittiğimde. İki ay boyunca kimseyle konuşmadım, hep içime kapanıktım. Kızlarla erkeklerin yatakhaneleri farklıydı ama yemekhane ve okulda bir araya geliyorduk. Benim yaşımdaki kızlar erkekler hep bir masada oturuyorlardı. Kahkahalar, bağırışlar havada uçuşuyordu. Ben ise o masanın en köşesinde tek başıma otururdum. Bir kış günü dışarıda lapa lapa kar yağıyor. Her taraf bembeyaz. Yemekhaneden içeri bir çocuk girdi. Masmavi bakışları gözlerimde oyalandı. Kumral renkteki saçlarını eliyle düzeltti. Ona baktığımda geçmişimi tamamen silebileceğimi hissettim. Her zaman içimde olan yumru on saniyeliğine de olsa gitmişti. Onun kollarının arasına girip sonsuzluğa gitmek istemiştim. Ömrümün sonuna kadar mavilerinde kaybolmak istemiştim.
‘’Merhaba, boşsa oturabilir miyim?’’
İ
İşte bizim hikayemiz o masada başlamıştı. İnsanlar yanı başımızda çok farklı bir dünyadaydı. Bütün yemek boyunca konuştuk. Hayatımın başından beri kendimi yarım hissediyordum. Ama artık tamamlanmıştım.
Çocukken insanın içini ısıtan arkadaşlığımızın seviyesi de yaşımız ilerledikçe gelişti.
İşte sevdiğim adamla böyle tanıştım. Bugün benim on sekizinci yaş günüm artık esirgeme yurdundan çıkıp hayatıma, hayatımıza başlayabiliriz. Onunla bambaşka bir maceraya yelken açmak belki de hayatımı değiştirecekti. Ya her şeyimi kaybedecektim, ya da hayal bile edemeyeceğim bir hayat sürecektim. Bu yola çıkmadan önce kaybedecek tek şeyimin o olduğunu anladım.
Uzun süre yüzüne bakarak geçmişe dalmıştım. Bunu fark etmiş olacak ki bana o taptığım yüzünü çevirdi ve:
‘’Hayatım, on sekizinci yaşının ilk gününü komple benim yüzümü inceleyerek geçirmek istemezsin diye düşünüyorum. Benim önceden ayarladığım eve yerleşelim sonra da iş görüşmelerini halledelim. Günün geri kalanını da sana ayıracağım tümden. Benim küçük beyaz tavşanım reşit olmuş.’’
Uzandım ve yanağına minik bir öpücük kondurdum. Dünyanın en mutlu insanıydım. İstanbul’a gittik, evimize yerleştik. İkimiz de yan yana kafelerde garsonduk ve aylık hayatta kalabilecek kadar para kazanıyorduk. Bir yandan en büyük hayalimiz olan oyunculuğa tutunmaya çalışıyorduk. Seçmeden seçmeye koştururken hep minik minik rollerde oynuyor, geçinebilecek kadar para kazansak da oyunculuk mesleğini tam olarak yapmadığımız için o minik rollerle yetinmiyorduk.
Derken bir gün çok büyük bir yapım şirketinin yapımını üstlendiği bir dizinin kadın ve erkek başrol seçmelerine katıldık. Hayat bize ikinci defa güldü ve ikimiz de başrolü kaptık. Hayattaki en büyük amacımıza ulaşmıştık ve birbirimize sahiptik.