Yorucu ve tehlikeli bir günün ardından arkadaşımın, anahtarını bana da verdiği müştemilata doğru yürümeye başladım. Bu yoldan birçok kez geçmiştim ama hala her geçtiğimde ufak tefek detaylara şaşırmadan edemiyorum. Bu ağaç ne zamandan beri çiçek açmıyordu? Ya bu kadar koza ne zaman ağacın altını bu denli doldurmuştu? Peki bütün ormanı kaplayan kuşların cıvıltılarına ne olmuştu? Ben bu kadar şeyi düşünürken, ayaklarım ezbere bildiği yoldan ilerleyip beni eve kadar getirmişti.
Artık hayatımda bazı şeyleri düzene sokmam gerekiyordu. Bu kaldığım ev bile benim değildi. Bir ailem bile olduğunu söyleyemezdim. Bu yaşadığım hayat bile bana ait değildi. Sanki kendi hayatımın piyonuydum. Yaklaşık sekiz aydır zorla bir yerde çalışıyordum. Bu da böyle hissetmemi en çok tetikleyen şeyin ta kendisiydi. Şimdiye kadar onlarca kez işten ayrılmayı düşündüm ama bu düşünce sadece teoride kalıyordu. Eğer pratiğe dökersem olacaklar gerçekten benim açımdan içler acısı olurdu. Az da olsa para almam bu işin tek olumlu tarafıydı. Her gün tanımadığım kişiler tarafından telefonuma emirler yağıyordu ve eğer yapmazsam bedeli çok ağır oluyordu. Arkadaşımın bütün söylediklerine rağmen yine de çalışıyordum çünkü beni, onu öldürmekle de tehdit ediyorlardı ve ben onu bu kadar basit bir şey yüzünden ateşe atamazdım.
Ertesi sabah kalktığımda yine telefonuma tanımadığım bir numaradan mesaj gelmişti. “Saat 12’de her zaman buluştuğumuz yerin alt sokağında ol.” Buna karşılık hemen hazırlanıp yola çıkmaya başladım. Gideceğim yere vardığımda aniden kolumdan sürüklenmeye başladım. Bu tarz muamelelere alışmıştım artık fakat yine de bunu yüzlerine vuramadan edemiyordum. “Biraz daha nazik olmayı deneyebilirsin bence. Emin ol hiçbir şey kaybetmesin.” karşımdaki maskeli adam dediğimi umursamayarak beni asıl çağırma nedenini söyledi. “Bir daha buraya gelme! Artık burada buluşmayacağız.” Benimle konuşurken aynı zamanda çevresine bakıyordu. Daha önce hiç görmemiştim onu. Genellikle buluştuğum kişiler Ersin Bey’in adamlarıydı ve onlarda maske takmazlardı. Yüzüne anlamaz bir biçimde bakınca açıklama gereği duydu. “Ben Ersin Bey’in yeni adamıyım ne diyorsam onu yap!” bu kadar da kibar (!) biri olması gözlerimi yaşartmıştı gerçekten. Akşama doğru aldığım mesajla kafamın karışması bir olmuştu. Mesajda “Her zamanki yere gel. Toplantı için..” yazıyordu.Kafamda bir dolu soru ile birlikte eski buluştuğumuz yere gidiyordum. Gideceğim yerin tenha sokağına girmemle kafamda hissettiğim ağırlık bir olmuştu.
Kafamda hissettiğim şiddetli ağrı ile uyanmıştım ve gerçekten başım felaket ağrıyordu. Kaçırılmış olamazdım çünkü ne ellerim ne de ayaklarım bağlıydı. Ne olduğunu anlamayan gözlerle etrafa bakarken kapıdan içeri giren kişiyi gözüm bir yerden ısırıyordu. Gözlerimi tekrar açıp kapadığımda bana bakan bir çift göz gördüm. Ben ne olduğunu anlamaya çalışırken koşar adımlarla uzaklaştı. Evet, hatırladım. Onu tanıyordum. Bugün beni çağıran maskeli adamdı. Ersin’in adamı olduğu için içimdeki korkuyu dizginleyemiyordum. Çıktığı kapıdan elinde su ile giren adam sakin bir biçimde neden bunları yaptığını anlatmaya başladı. Asıl amacı Ersin’i yakalamakmış. Benim kafama vurmasının asıl nedeni ise toplantıya gitmemi engellemekmiş. Eğer o toplantıya gidersem benimle işleri bittiği için beni öldüreceklermiş. Anlattıklarından sonra şok olmuş ve bir o kadar da Ersin’den kurtulacağım için mutlu olmuştum.
Müştemilata doğru ilerlerken fark ettiğim bir şey olmuştu. Aslında o kuşlar her zaman cıvıldıyor, o ağaçlar her zaman çiçek açıyordu. Sadece ben fark etmek için çok geç kalmıştım…