Bir Güçlü Çocuğun Acı Hayatı

“Bu manasız ve yabancı hayatta bir tek şeye hakikaten sarılmış, hakikaten inanır gibi olmuştu. Bu da karısı idi. Muazzez’in varlığı Yusuf için büyük, boşlukları dolduracak mahiyette bir şey değildi, fakat onun yokluğu müthişti. Onun bu kadar sebepsiz yere, bu kadar insafsızca Yusuf’un hayatından koparılması çıldırtacak kadar acı idi. Hayatında asıl aradığı şeyin Muazzez olmadığını biliyordu, fakat Muazzez olmadan bunu aramaya muktedir olamayacağını sanıyordu.”

     Kuyucaklı Yusuf, yakın zamanda okuduğum, hem gözlerinizi dolmasına hem de tebessüm etmenize sebep olabilen ve beni derinden etkileyen bir romandır. Kitap Yusufun yaşadığı ağır olaylara rağmen nasıl dimdik ayakta kalabildiği ve yıllarca aynı evde kardeş gibi büyüdükleri kıza karşı beslediği hiç kirlenmemiş ve bir o kadar da yoğun olan duygularını anlatır. Peki kimdir bu Yusuf?

Yusuf, Kuyucak‘ta doğmuş, diğerlerine nazaran farklı ve güçlü bir karaktere sahip olan bir çocuk. Bir gün eşkıyalar Yusufun köyünü basmış ve oracıkta hem annesini hem de babasını öldürmüştür. O küçük yaşında öksüz ve yetim kalmasını istemeyen yufka yürekli ve kendi halinde bir adam olan kaymakam Salahattin Bey Yusufu evlat edinmişti.

O günden sonra Yusuf, Salahattin Bey ve ailesiyle birlikte yaşamaya başlamıştı. Salahattin Bey Yusuf‘a kendi öz oğluymuş gibi davranmasına rağmen Yusuf kendini hiçbir şekilde yaşadıkları yere veya ailesine kendisini ait hissetmiyordu. Muazzeze karşı gün geçtikçe daha da büyüyen duygularına bir anlam yüklemekte zorlanıyor ve bu tarif edilemez duygunun aşk olduğunu bilmeden yaşayıp gidiyordu. Muazzezin artık evlilik yaşına gelmiş olduğunu düşünen annesi Şahinde Hanım, Muazzez ile Şakir Bey’i evlendirmek için türlü planlar kurmaktaydı.

Olayların daha da karmaşık bir hal aldığı zamanda Muazzez ve Yusuf bir münakaşa içine girdiler ve o sırada Muazzez, Yusufa karşı beslediği duyguları dolaylı bir yoldan itiraf ettİ. Bu durumu farkına varan Şahinde Hanım, kızını Şakirle evlendirmek konusunda ısrarcı olduğu için Şakir Bey ve Muazzezi buluşturmak istedi. Bunun üzerine Yusuf ve Muazzez komşu köylerden birine kaçtılar ve orada nikahlandılar. Bu durumdan fazlasıyla hoşnut olan kaymakam, oğlu ve kızına yardım etmek amacıyla Yusuf‘a iş verdi.

Bir gün kaymakam kalp krizi geçirerek hayata gözlerini yumar.Yusuf ve Muazzezin mutlu bir şekilde ilerleyen evlilikleri bu olayın üzerine sarpa sarmaya başlar.Kaymakam öldüğü için yeni gelen kaymakam Şakirle birlik olup Yusufu işten çıkarmıştır. Kaymakam Yusufu geçici köy tahsildarlığına verdirir. Salahattin Beyin vefat etmesi ve Yusuf‘un köy tahsildarlığına başlamasını fırsat bilen Şahinde Hanım ve Şakir Bey, içlerinde tuttukları kini kusmaya başlarlar. Şahinde, kızını önce komşu ziyaretlerine götürür. Daha sonra bu ziyaretler geceye kadar sürmeye başlar. Her şey o kadar hızlı gelişir ki Şahinde evini içki eğlence merkezine getirmiştir. Ve durumu tam olarak kendisi de farkında değildir. Çünkü evlerine gelen hediyeler, bereket ve bolluk onları bir hayli oyalamaktadır.

Kısa zaman içinde köyde bu durumdan haberdar olmayan kimse kalmamıştır. Söylentiler Yusuf‘unda kulağına gidince,  hemen köye dönmeye karar verir. Büyük bir hüsrana kapılan Yusuf söylenenlere kulak asmaması gerektiğini ve her şeyin bir yalandan ibaret olmasını umuyordu. Fakat bir yanı da bu durumu çoktan kabullenmişti ve şaşırmadan, soğuk bir şekilde kendini her türlü duruma hazırlamıştı.Çünkü Şahindenin ne kadar kalpsiz biri olduğunu ve para için kendi öz kızını bile hiç düşünmeden harcayabileceğini biliyordu.

Köye varmış olan Yusuf evine girince bu feci duruma kendi gözleriyle tanık oldu. Elinde tuttuğu kamçıyı Salahattin Bey yerine gelmiş olan yeni kaymakam İzzet Bey‘İn suratına yapıştırdı. Yusuf, kolunu tekrar havaya kaldırdığı zaman kamçı lambaya çarptı. Tüm oda karanlığa büründü. Lamba sönmeden kısa bir süre önce Yusuf Şakirin cebinden tabancasını çıkardığını görmüştü. Kulağının dibinden geçen kurşunu fark ettiği anda kendisi de ateş etmeye başlamıştı. Silahında kurşun kalmadığı için bir anlığına duraksayan Yusuf, bir ses bile işitmemişti. Ya herkes ölmüştü ya da korkudan seslerini çıkarmıyorlardı.

Yusuf, yorgun bir sesle Muazzezin adını ağzına aldı. Hemen yanı başında Muazzez‘in, “Yusuf”  diyen sesini işitti. Karısını da alıp bir daha hiç dönmemek üzere uzaklara gitmenin planını yapıyordu. Atını sürmeye koyulan Yusuf, işlerin ters gittiğini anlayıp, Muazzez‘e neyi olduğunu sormuştu. Atını durdurdu. Muazzezin yaralı yerini bulup sarmak istiyordu. Fakat ne yazık ki genç kız oracıkta can vermişti. Gocuğunu çıkararak karısını sardı ve bir ağacın altına yatırdı.Derin bir çukur hazırladı. Olayın verdiği şoktan çıkamamakla birlikte Muazzez‘in soğuk ve cansız bedenine sarılıp duruyordu. Bir müddet sonra  incitmeden, yumuşak bir biçimde avucuna aldığı toprağı üzerine attı. Kafasını çevirerek bir Edremit‘e bir de hemen yanında duran toprak yığınına baktı. Gözlerinden akan iri damlaları aldırmadan atına atladı. Son bir kere daha kafasını çevirip Edremit‘e baktı. Yaşadığı bütün olaylara rağmen tekrar yeniden yeni bir hayata atılacaktı…

 

“Hiç geçmeyen, hiç unutulmayan şeyler de var, beyefendi!
Ölünceye kadar insanın sırtından atamayacağı şeyler de var…”

“Varlığı büyük boşlukları dolduracak mahiyette bir şey değildi; fakat yokluğu müthişti…”

 

“Kendinde her şeyi yapabilecek kuvveti görmek, sonra yapılacak hiçbir şey bulamamak… Tükenmek bilmez bir sabırla bir meçhulü beklemek…”

Kitabın sonunu okuduğumda tamamen hayal kırıklığına uğramış durumdaydım.Bana kalırsa tüm bu yaşanan acıya ve olumsuzluklara rağmen Yusuf ve Muazzez yine yeniden mutlu olabilirlerdi. Şimdi bir de son sayfaları benden okuyun.

…Köye varmış olan Yusuf, evine girince bu feci duruma kendi gözleriyle tanık olur. Karşısında duran Şahinde Muazzez, İzzet Bey ve Hilmi Beyi gördüğünde hiç şaşkın olmayan bir edayla yavaş yavaş üstlerine doğru yürür. Şakirin tabancasını çıkaracak olmasını sezen Yusuf, ondan önce davranarak arka cebinde duran silahı önce Şakire sonra da Muazzez hariç diğerlerine tek tek sıkar. Silahı kiminin koluna kiminin de bacağına sıkmıştır. Daha sonra Muazzeze makas, ip ve bant getirmesini söyler. Olayın şokunu atlatamamış olan Muazzez şaşkınlık ve telaş içinde Yusuf’un dediklerini getirir. Yusuf, tüm soğuk kanlılığını koruyarak yavaş ve sakin bir biçimde önce hepsinin ayaklarını ve ellerini bağlar, sonra da jandarma, İzzet, Hilmi ve Şakir’in ağzına birer bant yapıştırır.

Şahindenin korkudan gözü dönmüş olan ve kolunda hissettiği kurşun acısından dolayı buruşan yüzü, neredeyse tam beyaza yakın donuk bir renge dönmüştür. Yusuf’un kendi ağzını da bağlayacağını düşünerek son bir şey söylemek için izin istemiştir. Yusuf, her zamankinden daha da sakin bir biçimde onu dinlediğini ifade eder bir tavırla kafasını sallamıştır. Şahinde, hala içindeki nefret ve kini kusuyordur. En sonunda da: “Bu hale geldiysek suçlusu sensin Evine kızıma hakim olamadın. Bizi bu durumda tek başımıza bırakıp oralarda zevkine zevk kattın. Ben ne yaptıysam kızımı bu sefil hayattan kurtarmak için yaptım. Şimdi daha fazla saçmalamadan hepimizi çöz ve bir hekim çağır!” demiştir. Muazzez’in elinden tutarak kapıya doğru yönelen Yusuf, acı bir tebessüm ile birlikte son bir kez Şahinde‘ye bakmıştır. Ve tam kapıdan çıkacakken şu sözleri söylemiştir: “Senin ağzını bilerek açık bıraktım anne. Hatta kapıyı da açık bırakıyorum. Belki bir yardımsever sesinizi duyar da bu zavallı durumunuza yardım eder. Dua edin de o yardımsever siz kan kaybından ölmeden önce gelmiş olsun.Aksi takdirde çok acı çekersiniz.”   Dalga geçer bir tavırla:”Sağlıcakla kalın.” demiştir. Sonrasında da  Muazzezle birlikte o kapıdan çıkıp gitmiştir. Şu an nerede ne yapıyorlar kimse bilmiyordur.

O gün, o odadan ne Hilmi Bey ne Şakir Bey ne de jandarma sağ çıkabilmişti. Hepsi kan kaybından orada can vermişlerdi. Fakat Şahinde ve İzzet Bey hala hayattaydı. Olanlar öğrenilince İzzet Bey kaymakamlıktan alınmıştı. Şahinde’yle birlikte aç ve sefil bir hayat sürüyorlardı. Annesinin onu sevdiğini ve önemsediğini düşünen Muazzez, Yusuf’tan gizli gizli annesine mektup yazıyordu. Çok mutlu olduklarını, Yusuf’un yeni bir iş bulduğunu ve hamile olduğunu müjdelediği bir mektup yazmıştı. Şahindenin ise bildiği tek bir şey vardı.O da çok pişman olmasıydı….

“Ben şuna inanıyorum ki, üç buçuk günlük ömrümüzü kendimize zehir etmemek için ne mazideki hayatımıza ve kaçırdığımız fırsatlara ne de istikbalin olmayacak hülyalarına kulak asmayarak bugünümüze hapsolup yaşamalıyız. Her hadisenin insanı eğlendirecek bir tarafı vardır…”

 

 

(Visited 128 times, 1 visits today)