İnsanlar doğdukları an itibari ile arkasında duran ve desteklerini bir an olsun eksik etmeyen ebeveynleri olmadan da emin adımlarla hayatlarını idame ettirebilmeliler. Elbette kendisine güvenen, inanan insanlar olduğunu bilmek birey için oldukça rahatlatıcı ve güç verici olsa da ne yazık ki anne babalar biraz aşırıya kaçıyor ve sınırı belirlemekte zorluk yaşıyorlar. Örneğin çocuklarının üzerine titriyor, onların yerine karar verip konuşuyorlar. Bu durum da takdir edersiniz ki ciddi anlamda bireyin olgunlaşmasını kendi kişiliğini bulmasını güçleştiriyor. Kişi yalnız kaldığında nasıl adım atması, nasıl düşünmesi, nasıl karar vermesi gerektiğini bilmiyor. Bir ebeveyn olarak bu kadar ileriye gitmenin çocuğunuza hiçbir artısı yok. Anlayacağınız anne babalar çocuklarının iyiliği için bir şeyler yaptığını düşünürken çocuklarına zarar veriyor.
Bu tür çocuklar yatılı okul ile tanıştığında ilk kez yalnızlığı tadıyorlar. Üstelik en ağırını; anne babasızlığı… Yoksa beyinlerini, kollarını mı demeliydim? Ne de olsa ebeveynler çocuklarının yerine düşünüyor onlar yorulmasın zorluk çekmesin diye her türlü fedakarlığı yapıyor. Bu eylemin eş değer anlamını, çocuklarının kendi becerilerini geliştirmelerine izin verilmemesi olarak da gösterebiliriz. Bu yalnızlık eşiğinde korkuyu da getiriyor. Ben nasıl yapacağım korkusu… Çocuk o nasıl atılacağını bilmediği her adımın havada asılı kalmasından korkar hale geliyor. Üstelik bulunduğu ortamda aynı hissiyatları ve acıları paylaştığı birçok akranının varlığından bihaber yaşıyor bütün bunları. Birbirlerini tanımaları ve çözümlemeleri sonucu bu küçük sırrın yavaş yavaş yüzeye çıkışıyla çocuk alışma sürecine giriyor. Arkadaşlarının arasındaki toplumsal çeşitlilik çocuk tarafından farklılıkları keşfetmesi ve hayatın gerçekleriyle yüzleşmesi için olanak sağlıyor. Tabii ki bu sürece ulaşana kadar karşısına türlü zorluklar, türlü engeller çıkıyor. İnsanların kişiliği yanlışları ve doğrularıyla şekillendiği için bu engeller aşabildikleri ve aşamadıkları olarak ikiye ayrılıyor. Zamanla zorlukların üstesinden gelmeyi öğreniyorlar. Bazen çözüm bularak, bazen zaman her şeyin ilacıdır algısıyla…
Çocuk sorunlarını tek başına atlattığında, hatta yeri gelip arkadaşına engellerin üstesinden gelmesi için destek olduğunda büyüyor, olgunlaşıyor. Yatılı okulların hatrı sayılır bir disipline sahip oluşu da bu konuda etken rol oynuyor. Büyük mertebe tek başına verdiği kararların çoğunun onu hayat ile baş başa bırakacak sonuçlar doğurması da cabası.
Bunun yanı sıra risk almayı öğreniyor, deneyimliyorlar. Düşünsenize kararlarınız karşısında yapma etme diyerek hevesinizi kursağınızda bırakacak, yanlışlarınızı tecrübeleriniz doğrultusunda farkına varmanızı engelleyecek, hayatınıza müdahale edecek kimse yok. Aldıkları riskler güzel sonuçlar doğurmasa dahi yanlışlarını kendileri görüyorlar. En etkili sonucu doğuran yöntem olsa gerek. Boşuna bir musibet bin nasihatten iyidir dememişler. Onur Takmak’ın bir blog yazısında da bahsettiği gibi; “Sonucu ne olursa olsun, risk alarak adım attığında başarının temel anahtarı olan bir şey kazanırsınız; deneyim.’’
Yatılı okulların bireyi olgunlaştırmak için bir sihirli değneğe sahip olduğu yok. Anahtar; yatılı okulların, kişinin bireysel olarak düşünmesi, karar vermesi ve bu kararlarını gerçek hayata dökmesi için uygun ortama sahip olmasında saklı.