Beklenmedik Haber
Aynı sıkıcı koridorlarda usulca yürümeye devam ettim. Loş ışığın altında adımlarımı sakin sakin devam ettirirken zaten kolay yorulan bedenim isyan edercesine titredi. Yönümü değiştirip odama yürümeye başladım. Yaklaşık altı aydır burada kalıyordum. Bazen sıkılsam da çalışanlarla aram çok iyiydi ve onlar beni eğlendirmeyi başarıyorlardı. Odamın kapısını açıp içeri girdim. Yat
ağıma uzanıp yorganı kafama kadar çektim. Fazla vaktimin kalmadığının farkındaydım ve bu durumdan bir an önce kurtulmam gerekiyordu. Yaşamak istiyordum, hem de en güzel şekilde. Yaşların gözlerime hücum ettiğini hissettiğimde yorganı açıp beyaz tavana baktım. Güçsüzlüğün bana bir faydası dokunmazdı. Kendime güvenmem gerekiyordu.
Ben düşüncelere dalmışken çalan kapı kafamda dönenleri bölüp geçti. “Gelin.” Diye seslendim kapıya doğru. İçeri elinde yemek tepsisiyle Poyraz geldi. “Prenses aç mıymış bakalım?” dedi bana gülümserken. Kızarmış burnumu görünce durdu. “Ağladın mı sen Rüya?” de
di kaşlarını çatarak. Gözlerimi kapatıp kafamı salladım. Gelip yatağımın ucuna oturdu. “Kendini üzme, lütfen. Zor biliyorum ama sen çok güçlüsün. Bunları beraber yeneceğiz.” Dedi elimi tutup. Sinirle ayağa kalktım. “Nasıl üzülmeyeyim Poyraz? Rüya güçlü, Rüya yapar diyor herk
es. Biri bile Rüya gerçekten nasıl hissediyor diye sormuyor. Kendimi kötü hissediyorum, hem de çok. Ümidim kalmadı artık. Aylardır şu hastane odasında hastalığıma gelecek çareyi bekliyorum. Her kapı tıklanmasına umut bağlamaktan sıkıldım Poyraz. Umutsuz bir hastanın tekiyim ben. Artık gücüm kalmadı.” Dedim gözümden yaşlar süzülürken. Gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı. Sinirlenmemek için kendini zor tuttuğunun farkındaydım. Her seferinde bu konu açıldığında kavga ediyorduk. “Afiyet olsun.” Dedi ve hızla çıktı odadan. Yatağa oturdum ve sakinleşmeyi bekledim. Yemeğimi yerken düşündüm. Daha bir yıl önce bu hastaneye staj yapmak için gelmiştim. Kim bilebilirdi ki kansere yakalanacağımı?
Oflayıp camın önüne ilerledim. Günlerim artık rutin ilerliyo
rdu, koridordan odaya, yataktan cama. Geçirdiğim hastalığı psikolojim de çok etkiliyordu ama kendime engel olamıyordum. Camdan İstanbul’un güzel manzarasını izlerken tekrar kapım çaldı, arkamı dönmeden “Poyraz, sonra konuşalım.” Dedim. Ses gelmeyince arkamı döndüm ve kapının önünde elindeki dosyalara göz gezdiren doktoruma baktım. “Çok özür dilerim Kemal Bey. Bir sorun yok umarım?” dedim özür dileyen bakışlarımla. “Sorun var, büyük bir sorun var.” Dedi. Olamaz, diye geçirdim içimden. “Nedir sorun?” dedim titreyen sesimle. “Ameliyat olacaksın, yarın saat 4’te.” Dedi kafasını kaldırmadan. “İlik bulundu Rüya, kurtuluyorsun.” Duyduğum laflara karşı elimi ağzıma götürdüm, aylardır şu beş heceyi duymak için o kadar dua etmiştim ki. Zar zor yanımdaki koltuğa oturdum ve ağlamaya başladım. Hızlı adımlarla yanıma gelen Kemal Bey, bana sarıldı. Staj için geldiğim zaman onun yanında çalışmaya başlamıştım. Beni bu hastaneye o alıştırmıştı. O sırada kapı hızla tekrar açıldı ve içeri babam girdi. “Rüya inanamıyorum!” dedi bağırarak. Koşarak yanıma geldi ve bana sarıldı. “Ben sana dedim. Kurtulacaksın dedim!” Gülümsedim. Bunlar doğru olamazdı, aylardır hayalini kurduğum her şey gerçek oluyordu.
Ertesi güne kadar beklemek benim için çok zor olmuştu. Kafamı dağıtacak bir şeyler bulmaya çalışmış, başarısız olmuştum. Zaman akmayı bırakmış gibiydi. Ameliyata bir saat kala iyice heyecanlanmaya başlamıştım. Avuç içlerim terden sırılsıklam olmuş, kalbim yerinden çıkacakmış gibi atmaktaydı. Özellikle o son bir saat çok zor geçti. Hemşirelerin gelip beni ameliyat için hazırlamaya başlaması ise su gibi akıp geçmişti. En son Kemal Bey’in elimi tutup “Başaracağız Rüya.” Dediğini hatırlıyorum.
Gözlerimi yoğun bakım odasında açtım. Camdan içeri gelen yoğun ışık gözlerimi acıtıyordu ve susuzluktan dilim kurumuştu. “Su.” Dedim çatlak çıkan sesimle. Kapı açıldı ve içeri annem girdi. Annemi en son 5 yıl önce, kapıyı çekip çıktığı gün görmüştüm. “Sen ne arıyorsun burada?” dedim sinirle. Gözlerimin içine bakmaya devam etti. “Söylesene, ne arıyorsun?” diye tekrarladım gözlerimden yaşlar süzülürken. “İnsan annesine böyle der mi hiç? Beni çok kırdın.” Dedi annem başını onaylamaz bir şekilde sallayarak. “Benim annem 5 yıl önce öldü!” diye bağırdım. “Çık dışarı!” Bana acıyan gözlerle baktı usulca yanıma yaklaşıp yatağımın kenarına oturuşunu şaşkınlıkla izledim. Elimi uzattı ve gözlerimin içine baktı. Yavaş yavaş elimi sıkmaya başladı. Elimi kıracakmışçasına sıkıyordu, başımdan kaynar suların döküldüğünü hissettim. “Canımı acıtıyorsun!” Elimi bırakmadı. Acıdan gözlerim kararmaya başlamıştı. “Bıraksana!” dedim son kalan gücümle. Bir anda oda bembeyaz olup ardından sessiz karanlığa gömüldü. Karanlığın içinden birini duydum. “Rüya? Güzelim?” diye seslendi bana yumuşacık sesiyle. “Nerdesin Rüya? Hadi gel.” Cevap vermek istedim ama tüm kelimeler boğazıma dizilmiş gibiydi.
Derin bir nefes alıp gözlerimi açtım. Başımda Kemal Bey, arkada eli kalbinde en yakın arkadaşım Derin ve kapıda kıpkırmızı gözleriyle babam vardı. “İyi misin Rüya?” dedi Kemal Bey titrek bir sesle. “Ben, bir şeyler gördüm. Çok korkunçtu. Gerçek gibiydi.” dedim zorla. “Kalbin durdu, bizi o kadar korkuttun ki.” Dedi Derin. Babam kızgın gözlerle “Öyle pat diye söylenir mi?” der gibi baktı Derin’in suratına. “Hastamızı biraz bırakalım, dinlensin.” Diyen Kemal Bey, geçmiş olsun dileklerini ileterek herkesle dışarı çıktı.
Yaklaşık bir hafta sonra kendime gelmiştim. Ancak günlerdir Poyraz’dan hiç haber alamamak beni çılgına çevirmişti. Herkese nerde olduğunu soruyor, kimseden cevap alamıyordum. Dolan gözlerimi kapatıp uzun bir nefes aldım. O sırada içeri birinin girdiğini duydum, yatağımın ucuna oturduğunu hissettim. “Nasıl söylenir bilemiyorum…” dedi. Konuşan Derin’di, uyuduğumu zannettiğini düşünerek bozuntuya vermedim. “Aslında sana söylememem gerek ama daha fazla dayanamıyorum. Sana ilik bulduğumuz donör, Poyrazmış.” Dedi. O kadar hızlı söylemişti ki zar zor anlamıştım. İstemsizce gözlerimi açtım. Ağzım şaşkınlıktan yere değiyordu. “Sen, sen uyumuyor muydun?” Suratı kıpkırmızı olmuştu. Hızlıca yataktan kalkıp kattaki sekreterin yanına gittim. “Merve Hanım, Poyraz’ın kaldığı odayı öğrenebilir miyim?” Bana gözlüklerinin üstünden bakıp buz gibi sesiyle “368.” Dedi. Hızla üst kata çıkıp koşar adımlarla odanın önüne vardım. İçeri girdiğimde ışık kapalıydı. Yatağın yanlarındaki mumlar Poyraz’ın yüzünü aydınlatıyordu. Şaşkınlıkla mumlara baktım ve yatağın ucuna oturdum. Sinirlenmeli mi, yoksa sevinmeli miydim karar verememiştim. Eğilip Poyraz’a sarıldım. Kollarının belime dolandığını hissettim. Hemen geri çekildim. “Sen…” dedim ama cümlemi bitiremeden yanındaki masanın üstünden bir kutu alıp bana uzattı. Kutunun içindeki yüzüğe şaşkın şaşkın bakarken. Gülümsedi ve elimi tuttu. Gözlerime hücum eden yaşlarla soruyu dinlemeye gerek duymadan kafamı salladım. İçeriye giren Derin ve bir sürü arkadaşlarımız gülümserken ben ağzım kulaklarımda Poyraz’a sımsıkı sarıldım