Bunalmışlık beni ele geçirmeden evvel her şeyin mümkün olduğu gariplikler dünyasında varlığımın tekrar şekil aldığını idrak edivermiştim. Evet, bu nadir görülen bir durumdu ancak buna şaşırmaya zaman bulamadan kendimi bu diyarın kollarına atmıştım.
İlk nefes alış anım biliçaltımda canlanıp beni gerçeklikten bir kez daha soyutlamıştı: Bir ameliyathanede çevremde bir doktor, hemşireler, mavi-yeşil arası renkte önlükler ve yarısı zar zor görünebilen yabancı yüzler bu anlamsız yaşama gelişimin aslında hüzünlü bir şey oluşunu gizlemeye çalışırcasına yapmacık bir şekilde gülümsüyorlardı. Ne kadar zaman geçmişti üzerinden o gecenin de daha yeni ve hakikatten ırak bir halde fark ediyordum, biraz sarsıcı olmuştu doğrusu. Daha ben bir dakikalık bir bebekken şimdiki zamana kadar beni takip eden belirsizlik ve hafiften umutsuzluk veren gölgemden hiçbir zaman kurtulamamıştım, yalnızlığa karşı olan garip tutumum- hem zaman zaman onu aramam hem de toplumdan tam olarak kopamamam- da buna bağlı olarak gelişmiş bir şeydi. İşte bu yalnızlığın vücut bulmuş hali misali bir hayalet ile rast gelmiştim tüm bu bulanık renkler arasında.
Gözleri, gözlerimi tanımıştı ve bana yaklaşmıştı. Bakışı nötrdü, “Hayat sen onu dimağında nasıl resmedersen öyledir.” der gibi bir ifadeydi bu. Bana yollanan bu mesajı da bir yerlerden anımsıyor gibiydim, o nedenle ben de hayalete yaklaşmakta bir problem görmemiştim; içimdeki cihanı yeniden keşfetmek arzusunda idim. Ona tebessüm edecek gibi olmuştum çünkü bu tanıdık olma durumu içimde bir güven uyandırmıştı ve ben onu katı gerçeklikten bir kaçış olarak görmeye çoktan başlamıştım bile. Onun yüzünün tam da düşünceme göre şekil aldığını hemen fark etmiştim, bana içini açmak amacıyla umutla yaklaşıyor gibiydi o da; saflık dolu bu etkileşim, gerçeklikten uzaktayken beni evimde hissettirmişti.
Konuşmaya başlamıştık, eski bir tanıdık gibiydi; çok şey paylaşılmamıştı aramızda ancak birbirimizin geçmiş yaşantılardan olan parçalarını birleştirmek üzereydik bu anda. Bir göletin kenarında yerlerimizi almıştık, içimde öyle bir merakla karışık bir doğallık duygusu vardı ki bunu gerçek hayatta hiçbir zaman deneyimlememiş olmak acı vericiydi. Sise benzeyen bir varlığı derimin üzerinde hissetmiştim, sanki bir daha sinirlerimin acıyı hissetmeyeceğini söylüyordu. O an hayalete doğru uzanıp bir boşluk olan kendisine sarılmak istemiştim ama derinden gelen bir sesle irkilmiştim: ”Sakın arkana bakma.”
İçgüdüsel bir merakla arkama bir bakış atamadan kendimi, dibe vurmuş bir halde buluvermiştim. Neye uğradığıma daha şaşıramadan tüm anılarımın, o ana kadar tanıdığım tüm şahısların ve dinlediğim tüm şarkıların karışık bir halde, yavaş bir şekilde ve hüzün verircesine beynime çivi gibi çakıldığını hissetmiştim. Evimden, samimiyetten, dostumdan ırak düşmüş bir vaziyetteyken çaresizce ağlamaktaydım. Aslından uzak bir gerçeklikte de sükut-u hayale uğranabileceği hakikati, yüreğime yeniden bir ağrı saplamıştı. Hayalet arkadaşımın nerede olduğunu her şeyden çok bilmek istiyordum, doğduğumdan beri beni takip eden bu yıldız tozunun beni kurtarmak için bir yolu yordamı olmalıydı. Beni bu hale sokanın kim olduğundan da her şeyden çok emindim; doğduğumdan beri peşimden ayrılmayan karaltıydı o, en çok düşmanlık besleyen varlığıma.
Uyanmaya çabalamayı bıraktığım an serin bir rüzgarın beni üşütüp benim yerine bunu yaptığını idrak etmiştim uykulu bir halde. Pencerem açık yatmış olmadığım halde beni uyandırması sebebiyle onun her koşulda yanımda olduğuna artık tamamen emin olarak tüm gün hisli ve mesut bir ruh haliyle etrafta dolanmıştım. Herkes “Ne oldu bu deliye böyle?” şeklinde sorularını havada uçuştururken ben, içimdeki evrenin her daim bana elini uzatacağının güvencesiyle bunalımlarımdan uzun bir zaman için çıkmış olduğumu artık biliyordum.
KAYNAKÇA:
Öne Çıkan Görsel: ari.ru
1. Görsel: Haunted Attraction Online
2. Görsel: Pinterest
3. Görsel: Goody Foot