Normal bir okul sabahı okula gidiyordum, her şeyden habersiz. Dersler hızlıca geçti ve son derse geldik. Çok yorucuydu ve her şey üst üste gelmişti. Arada gözlerim kayıyor, odaklanamıyordum.
Dersimiz din dersi, hoca kapıda bizim susmamızı ve ayağa kalkmamızı bekliyordu. Ayağa kalktık, selamlaştık ve geri oturduk. Ders işleyeceğimizi sanıyordum, ta ki hoca “Bugün ders işlemeyeceğim, gelin biraz dertleşelim.” diyene kadar. Ben de hoca konuşurken kafamı masaya koyar, günün yorgunluğunu üstümden atarım diye düşünüyordum. Tam kafamı sıraya koyduğumda, hoca konuşmaya başladı. Dedikleri çok ilgimi çekmeye başlamıştı ve söylediği şeyler sanki bana özeldi. Bugün her şey üst üste gelmişti ve artık hiç halim kalmamıştı. Hocanın ilk cümlelerini çok net hatırlıyorum: “Bu hayatta dost dediğin 1 tane olur, hadi diyelim 2 tane ve bunlar sana canından çok kıymet verenlerdir. Sana zarar geldiğinde üzülendir, sen mutsuzken acı çekiyorken dost dediğin gülmez, o da ağlar.” İlk cümlesinden sonra hızlıca kafamı kaldırdım ve hocayı dinlemeye başladım. Dedikleri gittikçe daha çok etkileniyor ve mantığını anlamaya başlıyordum.
O gün hocanın söylediklerinin etkisi altındaydım. Kafamda “Acaba dostum dediğim kişiler gerçekten dostum mu?” gibi deli sorular dönüyordu. O günden beri “Bir gün her şey biter ama söylenmemiş sözlerin izi kalır.” cümlesine hak veriyorum.