Bir sabah uyandım ve teknolojik hiçbir aletim yoktu. Ne iPad, ne Nintendo, ne televizyon… Hiçbiri ama hiçbiri yok. Peki, böyle bir durumda ne yapardım? Elbette, bir şekilde vakit geçirmem gerekirdi.
Sabah uyanır, giyinir, yüzümü yıkar ve kahvaltıya otururdum. Kahvaltımı bitirdikten sonra dişlerimi fırçalar, çantamı hazırlar ve okula giderdim. Okuldan döndüğümde üstümü değiştirir, oyuncaklarımla oyun oynardım. Oyun bittiğinde akşam yemeğimi yer, ardından ödevlerimi yapar ve biraz daha oyun oynardım. Günün sonunda kitap okuyarak yatağa geçerdim. Bir ay boyunca her gün bu şekilde geçerdi.
Tatil günlerinde ise sabah rutinimi yaptıktan sonra bateri çalar, ardından parka giderdim. Öğle yemeğinden sonra etkinlik kitaplarımı yapardım, mesela dedektif etkinlikleri ya da uzay temalı kitaplarımdan. Belki resim yapar, yine ödevlerimi tamamlar ve kitap okurdum. Bunun yanı sıra legolarımla yaratıcı aletler yaparak kendi küçük deneylerime dalardım. Fena değil, her şey yolunda gibi görünüyor, değil mi?
Bu şekilde günlerim geçerdi ve zamanla buna alışırdım. O yüzden bugün itibariyle iPad’imi kırıyorum. “Uzak dur benden, çıtonk!”
Ama… Eyvah! Gerçekten kırıldı.