Büyük günün gelmesine sadece bir hafta kalmıştı. Ben ve bütün halk, heyecanla Atatürk’ün gelmesini bekliyorduk. Her yerde hummalı bir hazırlık vardı; sokaklar bayraklarla süslenmiş, meydanlar temizlenmişti.
Atatürk’ün geleceği günü ve hatta saati bile hesaplıyordum. Artık dayanamayıp amcama sordum:
– Amca, Atatürk’ü karşılamaya gidebilir miyiz?
Amcam gülümseyerek,
– Tabii ki karşılamaya gidebiliriz, dedi.
Bu cevabı duyar duymaz heyecanla hazırlanıp amcamın evine gittim. O çoktan hazırdı bile!
Yolda sohbet ederken, amcama bir soru sordum:
– Amca, daha önce hiç Atatürk’ü gördün mü?
Amcam gülümseyerek cevap verdi:
– Hayır, ben de hiç görmedim. Ama sen şimdi göreceksin, ne büyük şans!
Kendi kendime, “Bende ne büyük bir şans var.” diye düşündüm. Atatürk’ün arabasını ilk gördüğüm an kalbim yerinden fırlayacak gibi oldu. Hemen arabadan inip ona gönülden bir selam verdim. Atatürk de bana aynı sıcaklıkla karşılık verdi.
Birlikte arabadan indiğimizde, hayatımın en heyecanlı anını yaşıyordum. O, sakin bir sesle bana şöyle dedi:
– Eğer benim gibi olmak istiyorsan, yapman gereken tek bir şey var: Çalışmak.
Amcamla birlikte Atatürk’le sohbet ederken zamanın nasıl geçtiğini fark etmemiştik. Bir saati aşkın süre boyunca konuşmuşuz! Veda zamanı geldiğinde, içimde tarif edilemez bir mutluluk vardı.
Ankara’ya geri döndüğümüzde artık büyük gün gelip çatmıştı. Halk sokaklara dökülmüş, herkes Atatürk’ü karşılamaya hazırlanmıştı. Atatürk geldiğinde, davullar, zurnalar ve türlü şenliklerle coşkulu bir kutlama yapıldı. Günün sonunda, bu unutulmaz anılarla evlerimize döndük.