Naz zengin bir aileye doğmuştu fakat annesi ile babasını çok nadiren görüyordu iş seyahatleri dolayısıyla, bu yüzden birçok arkadaşı vardı; kitapları… 21 yaşında olmasına karşın hayal gücü 12 yaşında küçük bir çocuk gibi oluyordu bazen. Hatta genellikle arkadaşları onu bu çocuksu düşünceleri dolayısıyla eleştiriyorlardı. Hala çocuk kitapları okuyabiliyordu fakat son 2 yıldır bırakmıştı. Çoğu kişinin ilgisini çekmeyen hatta eleştirdiği kitap türlerinden okuyordu. İnsanların fantastik tür olarak adlandırabileceği fakat içten içe doğruluk payının çok yüksek olduğunu bile bile kimseyle paylaşmıyordu bu okuduğu kitapların yazarlarının düşüncelerini ya da kendi düşüncelerini. Bir nevi korkuyordu da denilebilir aslına.
Naz babasının kendisine aldığı son model BMW sini bir kaza sonucu kullanmaktan çekiniyordu ve bu yüzden haftanın 3 günü okuluna toplu taşıma ile gitmeyi tercih ediyordu. Arabalar üstüne geliyormuş gibi hissediyordu bu yüzden sürmekten ya da araba içerisinde bulunmaktan biraz çekiniyordu. Aslında babası kendisine şoför tutma konusunda çok ısrarcıydı fakat Naz bunu istemiyordu.
Bu yüzden de neredeyse her sabah üniversitesine gitmek için aynı yoldan geçiyordu fakat bu sabah her şey olduğundan biraz daha farklı ilerliyordu. O gece çok geç uyuyabilmişti. Üzerinde bir negatiflik olduğu düşüncesine kapılarak meditasyon yapmış ve biraz dinlendirici müzikler açmıştı. 3 saatlik uykuyla yürümeye başlamıştı. Hava olduğundan biraz daha soğuktu bu yüzden en sevdiği ve ayakkabılarının rengiyle de birebir aynı olan o atkısını takmıştı. Bu, kendisini biraz daha iyi hissetmesini sağlıyordu. Evden çıkmadan kendisine sıcak bir kahve yapılmasını rica etmiş ve sonrasında termosuna koymuştu bu yüzden çok da soğuğu hissetmiyordu. Evlerine en yakın metro istasyonuna yürümesi ortalama 20 dakika sürüyordu fakat 32 dakika olmuştu. Bir şeylerin ters gittiğini düşünüyordu çünkü ortalama 8-9 dakikadır aynı yerden geçtiğini fark ediyor, aynı çiçekleri görüyor, yanından aynı arabalar geçiyor ve aynı gözlüklü orta yaşlı kadına korna çalıyorlardı sanki son dakikalarda dünya kendini tekrar ediyor gibiydi. Naz biraz tedirgin olmuştu fakat bunun bir yanılsama olduğunu ve gece uyuduğu 3 saatlik uykuyla ve soğukla alakalı olduğunu düşünüp umursamamaya çalışıyordu. Fakat hayır olmuyordu, üzerinden 5 dakika daha geçmesine rağmen her şey kendini tekrarlıyordu. En iyisi yanından geçen ve kulağında kulaklık görmediği bir kadına sormaktı. Yanına gitti ve kendisinin de bir terslik hissedip hissetmediğini sordu fakat kadın onu duymamış gibi yapıp ilerlemeye devam etti. Naz bu kaba davranışa çok sinirlenip arkasından bağırmaya başlasa da aynı küstahlıkla kadının yürüdüğünü görünce iç çekip başkasına sormaya gitti. Fakat yine aynı şey oldu. Naz’ı kimse duymuyordu! Ama nasıl olurdu? Paniklemişti ve soğuktan artık ellerini hissetmiyordu. Bir banka oturdu ve telefonunu çıkarıp babasını arayacaktı ki tam elini cebine attığı sırada cebinde telefonunun olmadığını fakat bir not olduğunu fark edince hemen çıkardı ve panikle notu okumaya başladı.
‘Sakin ol. Bir rüyada değilsin. Aslında gerçekliğin tam ortasındasın. Okuduğun o kitaplarda da aslında yaşadığın dünyanın gerçek olmadığından, başka bir gerçeklik olduğundan, bunu sadece bazı insanların keşfedebildiğinden fakat bu insanlara toplum tarafından deli damgası vurulduğundan ve bu yüzden kimsenin dünyanın gerçekliği hakkında konuşmaya cesaret edemediğinden bahsetmiyor muydu? Fakat sen bilgilerinden her zaman emin oldun ve çok araştırıp hiç şüpheye düşmedin. Şimdi sana gösteriyoruz. Kafanı kaldır ve işte orada. Gerçekliğin ta kendisi…’ Naz kafasını kaldırmadan önce sakince elindeki küçük, kahverengi ve yıpranmış kağıdı cebine koyarken derin bir iç çekti. Yıllardır araştırdığı, kitaplarda okuduğu insanların ‘delice’ olarak adlandırdığı fakat Naz’ın içten içe emin olduğu ama bir türlü kanıtlayamadığı düşünceler hemen önündeydi fakat o kafasını kaldırmadan önce neden tereddüt ediyordu öyle? Anlam vermek zordu. Naz korkuyordu. Göreceği şeylerden, duyacaklarından, ailesini bir daha görüp göremeyeceğinden ve en önemlisi de ne olacağını bilmediği için korkuyordu. Bundan önce normal bir hayatı vardı. Ona ve ailesine hizmet edenler, arkadaşları, okulu, hobileri… Şimdi ne olacaktı o da bilmiyordu. Hala kafasını kaldırmamıştı fakat tam o saniyede ortalığı gözleri kör edecek derecede parlak bir ışık sarmıştı. Naz hiç tereddüt etmeden ve ani bir refleksle elleriyle gözlerini kapattı. Sanki birileri görmemesi gereken şeyleri engellemeye çalışıyor gibiydi. Naz gözlerinin acısı geçene kadar oracıkta öylece kaldı. Belki 3 dakika belki de 15 dakikaydı. Zaman kavramı yok olmuştu. Çok ilginçti halbuki naz her şeyi hesaplar ve dakika hesabı yapabilirdi. Naz, etrafındaki seslerin kesildiğini fark ettiğinde gözlerindeki acının da hafiflemesiyle birlikte ellerini gözlerinden yavaş yavaş çekmeye başladı. Yere bakıyordu. Karşıya bakmaya çekiniyordu. Aslında bu hep cevabını bulmak istediği bir sorunun cevabı değil miydi? Öyleyse oracıkta donmuş gibi neden yere bakıyordu?
Naz avcunu o kadar çok sıkmıştı ki o zarif ellerine yeni yaptırmış olduğu uzun tırnakları elinin içini kanatmıştı. Acıyla ellerine baktı ve kanayan yerleri üzerine sildi. Daha ne kadar bakmamaya devam edecekti? Biliyordu o artık seçilmişti. Aslında kendisi de istemiyor muydu bunu?
Cesaretini toplayıp çok yavaş bir şekilde kafasını kaldırmaya başladığında evinden durağına doğru yürüdüğü o güzel yapraklarla kaplanmış, asfaltını yeni yaptıkları yolun olmadığını ve kuşların ötmediğini gördü. Garip bir yerdeydi. Anlamlandıramıyordu. Nasıl gelmişti buraya? Kafasında aynı anda bir sürü soru geçerken bu soruların cevabının karşısında olduğunu bildiğinden dolayı kafasını kaldırmak zorunda olduğunu biliyordu. Cesur bir şekilde kafasını kaldırdı ve o da ne? Bembeyaz, sonu olmayan bir yoldaydı. Ağaçlar yoktu. İnsanlar…İnsanlar neredeydi? Arabalar yoktu, ağaçlar, soğuktan üşümüş kediler, sokak lambaları, hiçbir şey yoktu. Sadece bembeyaz bir hiçlik… Gözlerinin önünde birden bire belirmiş parlak, altın rengi, antika görünümlü o kocaman kapı, onu başka bir dünyaya davet ediyordu. Peki ya Naz şimdi ne yapacaktı?