Ezeli düşmanımı yaklaşık dört senedir takip ediyorum. Aynı yaştayız, fakat kendisi benden çok daha zeki, kurnaz, dikkatli ve en can alıcısı, daha uzun. Bu dört yılda topladığım verileri kalıcı bir yere aktarmam gerekiyordu ve artık zamanı geldi. İlk karşılaşmamız sekizinci sınıftayken oldu. O zaman da benden uzundu. Bu özelliği dikkatimi çekmişti tabiki, fakat altında çok daha gizli ve öğrenmemem gereken bir neden yattığını bulduğumda benim için her şey çok geçti.
Kendisi her zaman sessiz, içine kapanık ve gizemli görünmüştü. Hiç kimseyle konuşmaz ve her zaman elinde değişik desenleri olan bir küple uğraşırdı. İnsan içinde onu sapdetmek bir o kadar da zordu. Zaman geçti ve ilk denememizi olduk. Ve işler o denemeden sonra bir tavşan deliğine yalpalanarak düştü. Denemede birinci olmuştu, ben ise yirmi ikinci. Netlerimizi karşılaştırdım ve kendisinin bütün derslerden tam net aldığını gördüm. Bu imkansız denecek kadar düşük bir ihtimaldi, daha ilk denememizdi, konular daha doğru dürüst işlenmemişti bile! Çok zeki olduğundan olabilir miydi? Hayır, bir insan ne kadar zeki olursa olsun daha yeni işlenen konular olan bir denemede bütün dersleri tam yapamazdı! Belki de yaz tatilinde çalışmıştı? Evet, en mantıklısı buydu! Ama içimde bir ses vardı. Bir şüphe… Bunun cevabı bu kadar basit olamazdı! Başka bir açıklaması olmalıydı. Ve işte tam o anda düşmanımı takip etmeye, onu izlemeye ve her hareketini not almaya ve kendi hayatıma entegre etmeye karar verdim.
Okul çıkışı anneme etütüm olduğunu söyleyip gizlice onu evine kadar takip ettim. Çok zamanım yoktu, etüt saatinin bittiği saatte okulun kapısında olmalıydım. Yaklaşık bir saatim vardı. Onca öğrenci arasından kendisini saptamam zor oldu, az kalsın onu kaçırıyordum. Fakat neyseki boyu kendisini ele verdi. Hemen kendisini aramızda belirli bir mesafe bırakarak takip etmeye başladım. Çok sık arkasına bakıyordu, buna rağmen sakindi ve bir o kadar da sessizdi. Fazla sessiz… Yürümeye başlayalı on beş dakika olmuştu ve sıkılmıştım. Gözümü bir an olsun kendisinden ayırdım. Kafamı geri çevirdiğimde yoktu. Yol, bir arka sokağa ayrılıyordu. Hemen bu arka sokağa girdim fakat izini kaybetmiştim. Etraf çok tekin değildi, sokak ürpertici bir şekilde karanlıktı. Başım belaya girmeden hızla geri okula döndüm.
Her hafta en az bir gün böyle peşine takılıyor ve hep izini kaybediyordum. Beni fark ettiği kesindi çünkü sınıfta sürekli bana bakarken yakalıyordum. Gerilmiştim, bir süre peşini bırakmaya karar verdim. Bu süreç boyunca bütün denemelerde hep tam puan yapmaya devam etti. Kendisini okulda gözlemlemeye çalıştım. Hep aynı yerde aynı saatte aynı yemeği yiyordu, matematik dersinde soru çözmekten başka bir şey yapmıyor ve bütün dersleri sadece oturup dinliyordu. Çok ürperticiydi, sanki insan değildi. Bu konuda kafamda oluşan bazı teoriler vardı fakat daha fazla delile ihtiyacım vardı.
Yılın yarısı bitmişti. Ara tatilde evinin adresini bulmayı başarmıştım. Bizim eve tuhaf bir şekilde çok yakındı. Tuhaf olan şey ise okuldan sonra yürüyüp izini kaybettirdiği yer bizim eve uzaktı. Bir kurs ya da dershane olabileceği ihtimali vardı tabi ki, ama sokağın ismini biliyordum ve o civarda herhangi bir kurs ya da dershane yoktu. Çok kafa yormamaya çalıştım. Tatil boyunca evinin bahçesindeki bir ağacın arkasından dürbünle odasını izledim. Evinden hiç çıkmadı. Evde sadece abisi denebilecek kendisinden birkaç yaş büyük gibi duran birisi vardı ama pek bir şey yapmıyordu. Düşmanım ise genellikle odasında oturuyor ve saatlerce duvara bakıyordu. Uyurken küpünü asla elinden bırakmıyordu. Onu bir kere bile olsun ders çalışırken görmemek beni deliye döndürüyordu. Benim bu kadar çalışmam bir hiçmiş gibi geliyordu. Her gün öfkem daha da yükseliyordu. Artık her gün anneme bir bahane uydurup evden çıkıyor ve onu izlemeye gidiyordum. Her günü aynıydı. Kalkıyordu, duvara bakıyordu, yemek yemişlikten geliyordu, biraz daha duvara bakıyordu ve yatıyordu! Nasıl sorusu beynimi tırmalıyor, her geçen gün öfkeyle yanıp tutuşan hırsıma odun atıyordu. Ama ne kadar çalışırsam çalışayım, onu geçemiyordum.
Mezuniyet günü gelmişti. Başarı düzeyine göre bizi dizmişlerdi sahnede. Ben yedinci sıradaydım. Kendisi birinci sırada. Okul birincisi olmuştu. Okuldan ödüller ve başarı sertifikaları almıştı. Herkesin onu alkışladığını görmek ruhumu boğuyordu. Çığlıklar atmak, onu yok etmek ve insanlara bende başarılıyım diye bağırmak istiyordum. Fakat bu isteklerimin hiçbir önemi yoktu. Bütün yıl olduğu gibi yine onun sahnedeki gölgesiydim.
Lise yepyeni bir başlangıç olur, ezeli düşmanımı unutup kendimi geliştirebileceğim diye umut ediyordum. Umutlarım, geçen yılki çabalarım gibi boşunaydı. Onu gördüm. Yüzlerce öğrencinin arasından bana bakıyordu. O duygusuz bakışının ruhumu ezdiğini hissedebiliyordum. Dik durmaya çalıştım fakat nafile. Onun kapasitesi benimkinin yüz katından daha da fazlaydı. Sınıf listemize baktım. Aynı sınıftaydık.
İki yıl boyunca matematik olimpiyatlarına ve çeşitli projelere katıldı. Hepsinden madalyalar aldı. Gözümün önünde kutlandı, alkışlandı. Ben ise hep katılım belgeleri alıp onun gölgesi olmaya devam ettim. Müdürler, öğretmenler, öğrenciler… Okulda onu tanımayan kalmamıştı. Artık onu takip de edemiyordum, okulun lise kampüsü farklı bir ilçedeydi. Bu iki yılda elime geçen tek bilgi şuydu: onu asla yenemeyecektim.
Üçüncü senemizde işler ciddileşmiş, herkes sene sonu olacak zor sınavlar için telaşa girmişti. Ama o her zamanki gibi çok sakindi. Yanında daha önce okulda görmediğim bir kız vardı. Kız onun tersine insanlarla konuşuyor ve herkese yardım etmeye çalışıyordu. İşkillenmiştim. Bu kız da nereden çıkmıştı? Kardeşi olamazdı, onun sadece bir abisi vardı. Dedikoducu kızlardan sevgilisi olduğunu öğrendim. Yok artık! Daha ben bile sevgili bulamamışken o duygusuz makine nasıl öyle hayat dolu bir kızı kendisine çekmişti ki? Belki de kız sırf onunla başarılı olduğu için çıkıyordur düşüncesi geldi aklıma, ama kız hiç öyle birisine benzemiyordu. Başka bir nedeni olmalıydı. Gözlemlerimi farklı bir şekilde devam ettirmeye karar verdim.
Sınıf öğretmenimizden rica edip arkasına oturdum. Kendisine daha önce bu kadar yaklaşacak kadar hiç cesaret edememiştim. Ama uzaktan gözlemlerim bana ancak bir yere kadar bilgi veriyorlardı. İlk ders matematikti. En ilgili olduğu ders. O dersle ilgilenirken ensesinde bir nokta ve bir çizgi dikkatimi çekti. Yavaşça ensesine doğru uzandım ve tam kapişonunu kenara çekip bakacakken birden elimi tuttu. Eli soğuk ve oldukça sertti. Sanki bir insan eli değilmiş gibiydi. Dönüp ruhumun derinliklerini bakıp elimi hızlıca bıraktı. Teneffüste doğruca tuvalete gittim. Betim benzim atmıştı. Suratıma sular çarptıktan sonra kendime geldim. Sakin bir kafayla düşünmeye başladım.
Her sınavda tam puan yapmıştı. Uzun boyluydu, elleri buz gibi ve sert. Sessiz ve içine kapanıktı. Asla bırakmadığı bir küp vardı ve gözlemlediğim kadarıyla evinde tek yaptığı şey küpüyle uğraşıp duvara bakmaktı. Aklıma gerçek olabilecek iki teori vardı. Ya bir robottu, ya da bir uzaylı. Tabi benim bu konuda bağımlı olup delirme olasılığım da vardı, ama bu şuan önemli değildi. Her iki teori için de geçer bir kanıtım yoktu. Başka elde edebileceğim kanıtlar vardı tabi, fakat son etkileşimimiz eğer dikkatli olmazsam beni gerçekten öldürebileceğini gösteriyordu. Bu sebeple toplayacağım kanıtları en insani şekilde toplamalıydım.
Robotlara ilgim olduğundan ilk bu teorim üzerine yoğunlaştım. Bir çok deneme yaptım. Koluna “yanlışlıkla” kahve, su ve çay gibi sıvılar döktüm. Kaynar çaya bile tepki göstermedi. Sadece -tabi bu göz yanılması da olabilir- kolunda hafif bir ışıltı gördüm. Bundan sonra da benden hızla uzaklaşıp “sevgilisinin” yanına gitti. Potansiyel bir delil olarak bunu defterime ekledim. Evinde de onu gözlemlemek istiyordum. Bir şekilde onu takip etmeliydim ama nasıl? Anneme bu teorimden bahsedemezdim beni deli zannedip bir psikiyatriste götürebilirdi. Bu da itibarımı oldukça zedelerdi. Bir süre düşündükten sonra aklıma motorlu bisiklet alma fikri geldi. Evet trafikte riskliydi ve annemin izin verip vermeyeceğinden emin değildim. Ama eğer alabilirsem bu teorimi ilerletebilirdim. Ve bu şekilde para biriktirmeye başladım.
Para kazanmakta çok da güçlük çekmedim. El işim kuvvetliydi, bir iplikten atkı, bere gibi bir çok şey örebiliyordum. Arkadaşlarıma ve internetteki kullanıcılara bu yaptıklarımı satarak iki ay gibi kısa bir sürede gerekli parayı biriktirmiştim. Annem bu çabamı görünce bisikleti almama izin verdi. Sonunda onu evinde de gözlemleyebilecektim. O gece hem heyecanlıydım hem de tedirgin. Bulacağım şey beni hiç tatmin etmezse bu üç yıllık takibim büyük bir zaman kaybı olacaktı. Ama kendime güvenmem gerekiyordu, yarın büyük bir gün olacaktı.
Ertesi gün okul çıkışı bir arabaya bindi. Önceden arabasının plakasını ezberlediğimden arabasını takip etmem zor olmadı. Trafik çok yoktu, bu sayede evinin yakınlarında bisikletimi parketip bir çalının arkasına saklandım. Yanımda eski dürbünüm de vardı. Arabanın sürücü koltuğundan o kız indi Bagajdan bir alet çantası çıkardı. Tuhaf bir his kapladı içimi. Telefonumla bu anı yakalamayı başardım. Eve girdiler. Düşmanımın odasındalardı. Dürbünle camdan içeriye baktım. Ve gözlerimiz birbirine kilitlendi. Bütün tüylerim havaya kalktı. Yüzü gri renkteydi ve gözleri… Hayatımda gördüğüm en korkunç şekilde parlıyorlardı. Nefesim hızlandı. Pencereden dışarı o kız da bakmaya başladı. Okuldaki neşeli ve yardımsever halinden eser yoktu. Elindeki matkapla bana bakıyordu. Ayağa kalkmaya çalıştım, başım döndü. Görüşüm bulanıklaşmaya başladı. Tökezleye tökezleye bisikletime koştum ve evime doğru hızla sürdüm.
Elimdeki tüm delilleri masama koydum. Mantar panomdaki ders programını ve ders notlarını söküp bütün delilleri toplu iğnelerle yerleştirdim. Bugünkü gördüklerim teorimi kanıtlıyordu.Telaşla arkadaşlarımı aradım. Hemen görüşmemiz gerektiğini söyledim. Bir çevrimiçi toplantıda bütün elde ettiğim bilgileri ve kanıtları teorimle beraber hepsine anlattım. Aldığım geri dönüş beni hayal kırıklığına uğrattı…
“Sana inanamıyorum Defne, gerçekten üç yıldır bu fantaziyi mi yaşıyorsun?” “İnan bana, eğer tüm bunları boşverip derslerine odaklansaydın o düşmanını geçebilirdin.” “Zaman kaybından başka hiçbir şey yapmamışsın, neden aranızda bu kadar fark olduğu belli.” Ne desem boştu. Bana inanmamışlardı. Öfkem ve üzüntümle bağırdım: “Siz nereden bilebilirsiniz ki?! Bu üç yıl boyunca canımı dişime taktım, sadece manyak gibi çocuğu takip etmedim! Onun gibi olmak istedim! Ama tek yaptığı duvara bakmaktı! Neden bana inanmıyorsunuz? Bu şeyin insan olması imkansız!”. Aramadan çıktım. Can dostum saydıklarım bile bana inanmamıştı. Umutsuzluğa kapılıp sessizce yere çöküp ağlamaya başladım.
Bu son olamazdı. Hayır kabul etmeyecektim. Gerçekten onları inandıracaktım. Herkesi inandıracaktım. Evet, hatta şimdi kalkıp düşmanımla yüzleşecektim! Sonunda çabalarımın boşuna olmadığını, mükemmel bir insanın olamayacağını ve benim de bir insan olarak çok başarılı olduğumu herkes bilecekti! Hırsla göz yaşlarımı sildim ve ayağa kalktım. Kapıyı açmamla iki parlak gözle göz göze geldim. Ve her şey karardı…
Gözlerimi açtığımda loş bir odadaydım. Bir yatakta ellerim ve ayaklarım sabitlenmiş bir şekilde yatıyordum. Yanıma döndüm, bir sürü monitör vardı. Kalp ritmimi monitörler sessizce ölçüyordu. Kolumdaki serumu farketmem uzun sürmedi. Ne olduğunu düşünemeyecek kadar yorgun hissediyordum. Yanıma beyaz önlüklü birisi geldi. Gözlerimi fenerle kontrol etti. Görüşüm belirginleşdiğinde doktorun okuldaki o kız olduğunu gördüm. Panikledim. Kız elindeki şırıngayla beni tehdit edince sustum. Ve o konuşmasına başladı.
“Simülasyonu başlatalı beş yıl oldu. Siz dünyalılar amma aptal yaratıklarsınız. Tabi sen daha az aptalsın.” eliyle gölgelere gelmesini işaret etti. Karanlıktan iki nokta parladı ve yavaşça bir figür ortaya çıktı. Bu oydu. Ezeli düşmanım… Teni gri renkteydi, kıyafetleri ise mavi. Vücudunun belirli kısımlarındaki çizgiler koyu mavi bir ışık veriyordu. Kız devam etti: “fani aklını test ve inceleme hizmetlisi yani kısaca F.A.T.I.H siz dünyalıların en güçlü silahı olan gençleri test etmek için yaşadığınız gerçekliğe göderdiğimiz bir robot. Sessiz ve mükemmel bir öğrenci olarak kodlandı. Amacımız gençlerin bunu fark edip etmediğini gözlemleyerek akıl seviyenizi ölçmekti. Tabi, ilk iki yıl hiç bir sonuç elde edemedik. Projeyi az kalsın iptal ediyorduk. Ta ki sen gelene dek.” Kız kıkırdadı. Ben ise afallamıştım.
“Gerçeklik..? Ne demek istiyorsun?” korkarak sordum. Kız: “Ah doğru söylemeyi unuttum. Siz dünyalıları yıllar önce bulduk ve türünüzü inceleme üzere kendi gezegenimize getirdik. Beyinlerinizi dünyanıza benzer yapay bir simülasyona bağladık. Seni doğduğundan beri takip ediyordum.” Kızın ses tonu tüylerimi ürpertti. F.A.T.I.H robotunun gözleri bir saniye olsun benden kaçmıyordu. Kız korkumdan hoşlanmıştı. Konuşmaya devam etti. “Yıllarca acı çekişini izlemek o kadar keyifliydi ki. F.A.T.I.H ile aynı tam notu aldığında bile içinde köpüren o öfke çok tatmin ediciydi. Hele kendini çok önemli birisi sanman! Kimsenin sana inanmaması, arkadaşlarının seni desteklememesi, yavaşça akıl sağlığını kaybetmen… Emin ol türünün en ilgincisin!” İğneleyici bir kahkaha attıktan sonra devam etti. “Anılarını silip seni sisteme geri bağlayıp izlemek için sabırsızlanıyorum doğrusu! Asla ama asla başarılı olamayacaksın Defne, hem de asla!”
Son dediği duygularımın yükselip patlamasına neden oldu. “Hayır! Ne dersen de! Her zorluk, beni daha güçlü kılıyor; düşsem de kalkmayı ve devam etmeyi asla unutmayacağım! Anılarımı silsen bile bunu unutmayacağım! Kendim için başaracağım! Ben inanıyorum!” Kızın suratındaki psikopat gülümseme yavaşça yok oldu. “Göreceğiz, Defne.”
Yatağımdan fırladım. Soğuk terlerim yastığımı ıslatmıştı. Bir pazar sabahıydı. Güneş ışıkları, bulutların arasından çıkıp penceremden odama girdi. Ellerime baktım. Sonra da tavana. Acı ama kararlı bir şekilde gülümsedim. “Göreceğiz, Rana.”