Her sabah okula gitmek için aynı yoldan geçiyordu ama bu sabah her şey farklıydı. Gözlerinin önünde birdenbire beliren parlak, altın rengi bir kapı, onu başka bir dünyaya davet ediyordu. Kapının üzerinde özene bözene yapılmış kakmalar, desenler vardı. biraz inceledi kapıyı. sanki bir şeyler yazıyordu kapının üstünde ama beril bu dili bilmiyordu. Yoldan geçen insanlara baktı, kapıyı hiç görmemişler gibi duruyorlardı. herkes kapıya bile bakmadan geçip gidiyordu. Aniden birisi kapının içinden geçti. Evet, doğru okudunuz, az önce Beril’e oldukça katı görünen kapının içinden gazmışcasına geçmişti bir sınıf arkadaşı.
beril kapıya şüpheli bir şekilde yaklaştı. elini hızlıca kapının içine sokup aynı hızda geri çekti. eline hiçbir şey olmamıştı. Beril bir kez daha elini kapıya soktu. bu sefer daha uzun süre kaldı eli orada. Elini hareket ettirdi; yaylanın soğuk sabah havasını elinde hissetti. Elini çekmeden kapının arkasına baktı. eli kapının arkasına geçmemişti. hızlıca elinin yerinde olup olmadığını kapıdan bakarak kontrol etti, oradaydı. Yaylanın içine yavaş ve temkinli bir adım attı. Biraz bekledi, sonra da devam etti. Artık tamamıyla kapının karşı tarafındaydı.
Arkasına baktı; insanlar hiçbir şey olmamış gibi sokaktan geçiyorlardı. Bir süre sonra görüntü bulanıklaştı, sonradan bir renk karmaşasına döndü. Beril ailesini, arkadaşlarını ve kedisini geride bıraktığını o an anladı. Nasıl geri dönecekti?
“Bekle!” diye kapının arkasından bağırdı. ama boşunaydı. Kapı sertçe ve büyük bir gürültüyle kapandı.
Esnek bir yaratık hoplayarak gelirken Beril dizlerinin üstüne düştü. Yaratık ağzını genişçe açtı -eğer ona ağız denilebilirse- ancak yaratığın ağzı genişlemeye devam etti. Zıplasa dizine bile ulaşamayan yaratık simdi kapıdan daha uzundu. Berilin ağzı bir karış açık kalmıştı. Sessizce yaratığın kapıyı yemesini sonra uzaklaşmasını izledi. Bir dakika, o kapıya ihtiyacı vardı.
“Hey! Buraya gel seni küçük şey.” Yaratık irkilip daha hızlı hoplamaya başladı. Beril yaratığı kovalamaya başladı. Uzun süren bir kovalamacadan sonra sonunda yaratığı yakalayabildi. Nefes nefese kalmıştı. Nefesini yakalamak için yere oturdu ve nefeslendi.
“Kaçabileceğini mi düşündün hm?” Beril yaratığa çok kötü bakıyordu. yaratık korkmuştu ve titremeye başlamıştı. Yaratığı incelemek için yaratığı döndürdü. gözleri bile yoktu. “Nasıl görüyorsun ki sen böyle?” Diye sordu kendi kendine. Sonra yaratığı hızlıca eski pozisyonuna getirdi. Yaratık hafifçe sağa sola sallanıyordu. Başı dönmüştü galiba. “Her neyse, konumuz bu değil. Kapıyı geri kus!” Yaratık yavaşça kendine geldi. Başını hızlıca sağa sola salladı -yuvarlağımsı bir yaratık olduğundan vücudu bükülüyormuş gibi gözüküyordu- ve bir sayaç kustu. sayaçta 23:41:56 yazıyordu. Sondaki sayılar sürekli azalıyordu.
“Acaba… Burada bir gün boyunca kalmaya hakkım mı var?” Diye sordu Beril yaratığa sordu. Yaratık başını neşeli bir şekilde hızlıca öne arkaya salladı – biraz rahatlamıştı sanki. Beril yaratığı hafifçe yere bıraktı ve manzaraya baktı. Koşturmacadan sonra büyük bir krallığın bir iki kilometre uzağındaki bir tepeye gelmişlerdi. Çok büyük bir saray vardı -surların arkasından baksa bile sarayın yarısından fazlasını görebiliyordu.- ve surların içine yayılmış bir köy vardı. Beril’in kalbi heyecanla attı. Sayacı alıp hızlı adımlarla köye doğru yürümeye başladı.
uzun bir yürüyüşten sonra, Sonunda girişe geldi. Tek bir sorun vardı; sıra çok uzundu. Çok zamanı yoktu. Kronometresine baktı; 23:18:19. Etrafa bakarak kafasını dağıtmaya karar verdi. ancak başını kaldırdığı zaman daha önce hiç görmediği yaratıklar gördü önünde. Cenatourlar, elfler, cüceler -bir dakika cüce demek doğru muydu ki?-, satirler, kanatlı yaratıklar… Bir buçuk saati bu kişilere bakarak geçirdi. Diğerleri ise ya ona ters ters bakıyor, ya da ‘neden?’ diye sorarlarmış gibi bakıyorlar ve Beril’in bakışlarından kaçınmaya çalışıyorlardı. Böyle görünüşlere sahip olmaları sanki herkes içim normal gibiydi. Bir saat sonra sonunda sıra bitmişti.
“Legorya Krallığına gelme amacınız, geldiğiniz yer, adınız soyadınız.” Dedi kafası köpek, vücudu insan muhafız. Sıkılmış gözüküyordu.
“Amacım gezip eğlenmek, adım Beril Gençpınar ve geldiğim yeer… Şurası.” Dedi Beril. Kovalamacanın başladığı yeri göstererek. Muhafız tek kaşını kaldırdı. Ancak yine de söylediklerini not alıp geçebilmesi için yolu açtı.
“Legorya’ya hoşgeldiniz.” Dedi muhafız. Dudağının kenarları bir kere bile yukarı kalkmamıştı. Beceriksiz bir şekilde gülümsedi ve krallığa adım attı. Muhafızın yüzündeki ifadeyle hiç de hoş karşılanmış hissetmiyordu.
Ancak muhafızın bıkkınlığı etrafa bakınca hemen aklından hemen uçup gitti. Çok neşeli bir ortam vardı; Kuğu-insanlar dans ediyor, bir kertenkele-adam ateş püskürtme gösterisi sergilerken bir satir kavalıyla ortamı şenlendiriyordu. Herkesin yüzünde bir gülümseme vardı. Beril’in de yüzüne yavaş yavaş büyük bir gülümseme yerleşti ve karnına kelebekler doluştu. Seke seke yürümeye başladı. İlk dans edenlerin yanına geldi, onlarla birlikte dans etmeye başladı. biraz yorulduktan sonra ise kertenkele-adamın yanına gidip hayranlıkla adını bilmediği bir sıvıyı ağzına almasını, ardından sıvıyı elinde tuttuğu meşaleye doğru püskürterek alev püskürtmesini izledi. Ardından satirin yanına gidip bir türe alkış tuttu, ardından uzattığı şapkasına bir küpesini bıraktı. Satir otuz dört diş gülümsedi ve şapkasını kafasına geçirip şapkasıyla Berili selamladı. o da satire geri sırıttı ve başıyla selamladı. Sonradan yoluna devam etti.
Beril sokaklarda gezinirken bir yerlerden gelen müzik, gülüşmeler, konuşmalar asla eksik olmuyordu. Pazara girdi. Lezzetli, sulu sulu görünen meyveler, sebzeler varken aynı zamanda bir şekilde iğrenç gözüken meyveler de vardı. Hiçbirini daha önce hiç görmemiş, duymamıştı. birden fazla meyve satan bir tezgaha yaklaştı.
“Merhaba! Önerdikleriniz hangisi?” Dedi Beril gözlerini meyvelerden alamazken.
Manavcı ilk bir yan gözle baktı ona. Şöyle bir süzdü. “Buralarda yenisin galiba.” Dedi. Ardından manavcının dudaklarında hafif bir gülümseme belirdi. “Krallığımızın meyvelerini bir gezgine anlatmaktan mutluluk duyarım.”
Manavcı Beril’e bir sürü meyve tanıttı. yararlarıyla, görünüşleriyle, nasıl yendikleriyle ve tatlarıyla ilgili konuştular. En sonunda Beril azar azar hepsinden almaya karar verdi. Bu sefer diğer kulağındaki küpeyi çıkartıp ona verdi. “Bu yeterli mi?” Diye sordu manavcıya. manavcının gözleri yerinden fırladı resmen.
“B- bu çok fazla…” Kekeledi manavcı. Beril gülümsedi ve küpeyi manavcının eline sıkıştırdı.
“Üstü kalsın.” Dedi ve göz kırptı. Sonrasında poşeti kapıp sekerek uzaklaşmaya başladı.
“Hey! Genç Bayan.” Beril arkasını döndü ve ona doğru uçan bir para kesesi gördü. Ani bir refleksle para kesesini yakaladı. “Bunu düşürmüşsünüz.” Dedi ve Beril’e geri göz kırptı.
Beril onun bu hareketine kıkırdadı. “Teşekkürler beyefendi, iyi günler.” dedi ve yoluna devam etti.
Uzun süre sokaklarda gezindikten sonra sonunda bir banka oturdu. Güneş batıyordu. Güneşin batışını yüzünde huzurlu bir ifadeyle izledi. Tam uykusu gelmeye başlarken karnı dışarıdan da duyulur bir şekilde guruldadı. Yoldan geçen birkaç kişi göz ucuyla berile baktılar. Beril çok utanmıştı. karnına bir yumruk geçirdi. “Şşş, sus!” Dedi karnına. Ancak bu sefer insanların garip bakışlarına daha fazla maruz kaldı. Kızardı ve sessiz sessiz öğlen aldığı meyveleri çıkardı, bir tanesini çıkartıp soymaya başladı. İlk ısırığını aldığında gözleri fal taşı gibi açıldı, kaşları yukarı kalktı. Çok lezzetliydi! Oburca yemeğe başladı. 1 tane… 2 tane… 3… 4… 5… Beril en sonunda elini karnına koydu. Çok doymuştu ve uykusu gelmeye başlamıştı. Kronometreye baktı; yaklaşık 11 saat kalmıştı. Meyve torbasını okul çantasına koydu ve çantasının üzerine başını koydu. Yavaş yavaş, gün batımında uyuya kaldı.
Uyandığında sabahın erken saatleriydi. Güneş doğmak üzereydi ve yanında bir şey sürekli bir ses çıkarıyordu. Vıyk vıyk gibi bir şeydi sanırsa. Bir dakika… Bu ilk gördüğü kapıyı yutan yaratığın çıkarttığı ses değil miydi? Tamamen uyandı, sayaca baktı; neredeyse bir dakika kalmıştı. Yaratık kapıyı kustu; Beril’in uyandığını görünce sevindi, hoplayarak oturduğu bankın etrafında dolaştı. Sonrasında başıyla kapıyı gösterdi. kapı ilk açıldı, bir renk karmaşası gözüktü, bulanık bir görüntü oluştu, ardından görüntü netleşti. Bildiği ve alışık olduğu dünya tam karşısındaydı. Arkasından güçlü bir ittirme hissetti ve kapıdan dışarı uçtu. “Sen az önce beni itti-” daha cümlesini bitiremeden kapıyı yüzüne kapattı. Şaşkın şaşkın kapıya baktı. Kapı geri açıldı, yaratık cebine fırladı ve sayacı alıp geri kaçtı. Tam onu kovalayacakken kapıyı sertçe geri kapattı ve Beril kapıyı yüzüne yedi. Darbenin etkisiyle sarsılıp geriye düştü. Yaratığa çok kızmıştı. Bir yakalasa bir binanın boyu kadar esnetecekti on.
Kendini sakinleştirip yerinden kalktı. İşte yine karşısında o sıradan, sıkıcı okulu vardı. Alnını ve burnunu ovuşturdu, sanki hiçbir şey olmamış gibi yürümeye başladı -kızarık bir alınla-. Ancak biliyordu ki bu yaşadıklarını asla unutamayacaktı.